Türün Öncüleri: Tupac Shakur

Türün Öncüleri: Tupac Shakur Muhammed Alperen Ermiş Ağustos 16, 2023 Tupac Shakur Kimdi? Amerikalı müzisyen ve aktör Tupac Shakur, 1990’lı yıllarda “gangsta rap” tarzıyla tanınır hale geldi ve vefatından sonra bu onurlu mücadelenin simgesi oldu. Tüm zamanların en çok satan sanatçılarından biri olan Shakur, şimdiye kadar 75 milyon albüm sattı. Tupac hassas, yetenekli ve sorunları olan bir adamdı. 7 Eylül 1996’da Las Vegas’ta arabasında vurulduktan altı gün sonra hayata gözlerini yumdu. Suikasti gerçekleştiren katil hiçbir zaman bulunamadı. Tupac, birçok Afrikan-Amerikan’in karşılaştığı mücadeleleri ve adaletsizlikleri ifade etme misyonuyla başkaldıran bir birey olarak yola çıktı. Tupac’in bu isyankar yönü, onu kendi nesli için olduğu kadar eşitlik adına mücadele eden sonraki nesiller için de bir sembol haline getirdi. Hayattaki en büyük mücadelesi kendisiyleydi. Kader onu gangsta rap‘in nihilizmine ve “Death Row Records” kralı Suge Knight’ın kötü şöhretli pençelerine sürükledikçe, Shakur’un işi ile hayatı arasındaki çizgiler giderek daha fazla bulanıklaştı. Erken Hayatı Tupac, 16 Haziran 1971’de Harlem, New York’ta doğdu. Annesi Afeni, iki çocuğuna tek başına bakarken ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Çoğu zaman bu aile, geçici barınaklarda ikamet etmek zorunda kalıyordu. Daha sonra, ailecek Baltimore’a taşınmaya karar verdiler. Burada Tupac, “Kendimi en özgür hissettiğim yer” olarak bahsettiği prestijli Baltimore Sanat Okulu’na kaydoldu. Ailesi Tupac’ın annesi Alice Faye Williams, liseden terk ve Kuzey Karolina’lı bir hizmetçinin kızıydı. 1970 yılında, ırksal bir çatışma yaratmayı planlama suçlamasıyla kefaletle serbest bırakıldığında, Tupac’a hamile kaldı. Ertesi yıl mahkemede, daha sonra oğlunun miras alacağı hitabet yeteneğini sergileyerek kendini etkili bir şekilde savunduktan sonra temize çıkarıldı. Alice Faye Williams, Kara Panter Partisi’nde aktif rol aldıktan sonra adını Afeni Shakur olarak değiştirdi. Afeni, Mayıs 2016’da 69 yaşında vefat etti. Tupac’ın babası Billy Garland da Kara Panter Partisi’nin bir üyesiydi. Tupac daha beş yaşındayken, eşi Afeni ile bağlantısını kopardı. Rapçi, 23 yaşına gelene kadar babasını bir daha görmeyecekti. 1996’da Vibe dergisi için Kevin Powell ile yaptığı röportajda, “Tüm hayatım boyunca babamın ölü olduğunu düşündüm.” dedi. “Bana ip atlamayı öğretecek bir babaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum ve bende yoktu.” Tupac’tan iki yıl sonra Afeni, Sekiya adında bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ancak Sekiya’nın babası Mutulu Shakur da onları terk edecekti. Jada Pinkett Smith ve Tupac’ın Arkadaşlığı Tupac, genç bir aktris olan Jada Pinkett-Smith ile ilk kez Maryland’deki Baltimore Sanat Okulu’nda karşılaştı. Sonrasında Jada, Tupac’ın “Strictly 4 My Niggaz” müzik videosunda rol aldı. 2017 de vizyona giren Tupac filmi ‘All Eyez on Me’de, Pinkett-Smith de bir karakter olarak yer aldı. Verdiği bir röportajda, Tupac ile ilk tanıştığında bir uyuşturucu satıcısı olduğundan bahseden Jada, daha sonra muhabirlere filmin ilişkilerini “çok incitici” olarak “yeniden tasavvur” ettiğini düşündüğünü açıkladı. “Ah, bu sevimli kıza sahipsin ve bu havalı adama sahipsin, onlar bu işin içinde olmalılar – hayır, bu hiç de öyle değildi. Bu hayatta kalmakla ilgiliydi; aramızdaki şey her zaman hayatta kalmakla ilgiliydi.” dedi. Kaliforniya’ya Taşınmak ve Şöhrete Yükselmek Tupac’ın ailesi, suçla dolu Baltimore mahallesinden ayrıldıktan sonra, Kaliforniya’nin Marin şehrine taşındı. Robert Sam Anison’ın, 1997’de Vanity Fair için Tupac hakkında yazdığı ve ölümünden sonra yayınlanacak olan kapsamlı makalesine göre, “burası ortalama küçük bir gettoydu”. Afeni, Marin’de kokain bağımlılığından vazgeçti; fakat Tupac, annesinin uyuşturucu satın aldığı aynı sokaklarda narkotik satmaya devam edecekti. Tupac, hip hop tutkusu nedeniyle (en azından bir süre) suç dolu bir hayattan uzak durdu. 1989 baharında 17 yaşındayken bir parkta yaşlı ve beyaz bir kadın olan Leila Steinberg ile tanıştı. Winnie Mandela hakkında konuşmaya başladılar. Steinberg’in daha sonra anlatacağı gibi Mandela, “yelpaze gibi kirpikleri, taşan karizması ve cok bulaşıcı bir kahkahası” olan genç bir adamdı. Tanıştıklarında, Tupac takıntılı bir şekilde şiir yazıyordu ve müzik endüstrisi deneyimi olmayan Steinberg’i menajeri olmaya ikna etti. Sonunda Steinberg, Tupac’ı müzik menajeri Atron Gregory ile tanıştırdı. Ardindan ona, 1990’da hip hop grubu ‘Digital Underground’ için roadie ve dansçı olarak çalışacağı bir iş buldu. Kısa süre sonra Tupac, 1991’de aldığı Dan Aykroyd komedisi “Nothing but Trouble”ın müziklerini kullanan, “Same Song” adli kayıt ile çıkış yaptı. Aynı yılın Ekim ayında Tupac, Digital Underground’ın “Sons of the P” albümünde de yer aldı. Grubun menajeri olarak Steinberg’in yerini alan Gregory, “Interscope Records” ile Tupac için bir kayıt sözleşmesi imzaladı. Anlaşmanın ardından, Sons of the P’den bir ay sonra, Tupac’ın ilk solo albümü olacak olan “2Pacalypse Now” yayınlandı. Tupac sık sık yanlış anlaşıldığından şikayet ederdi. Verdiği bir röportajında Gazeteci Chuck Phillips’e “Hayattaki her şey çok güzel değil” dedi. “Bir sürü cinayet ve uyuşturucu var. Bana göre mükemmel bir albüm zor, eğlenceli ve sevecen şeylerden bahseder. … Beni rahatsız eden şey, yazdığım pek çok hassas şeyin fark edilmeden gitmesi” diye ekledi. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Tekerlemeler

Tekerlemeler Bilal Uygur Ağustos 15, 2023 İletişim dendiği zaman aklımıza ilk olarak dil ve mimikler gelir. Hangisinin daha önemli olduğu konusu ise görecelidir; fakat dil ve mimikler, iletişimde kendilerince ayrı ayrı önemli yer edinirler. Dil, duygularımızı ve fikirlerimizi en rahat ve en açık şekilde ifade edebildiğimiz iletişim aracıdır. Bilgi, his ve olay aktarımı yapabildiğimiz dil sadece bununla kalmayıp bizlere aynı zamanda çok eğlenceli fırsatlar sunar. Dilin esnekliği ile beraber yapılabilen şakalar, metaforik ifadeler ile insanlar birbirlerini güldürme imkanı bulur. Bu fırsatlardan birisi de tekerlemelerdir. Sözlüklerde ”ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eş sesli kelimelerle kurulu konuşma” anlamlarına gelen tekerleme masal, öykü, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir.Tekerlemeler, söz, sözcük ve seslerin benzerliklerinden faydalanarak söylenen, yarı anlamlı, hoş cümlelerdir. Ölçülü ve kafiyeli olan basmakalıp sözler denebilir.Bir nevi söz cambazlığı adı da verebileceğimiz tekerlemeler tamamen anlamsız ifadelerden de oluşabilir. Çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, ebe seçmek ve konuşma kabiliyeti kazanmak için kullanılan sözlerdir.“Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, ortadaki su şişesi.” örneğinde görüldüğü üzere, ses benzerliği üzerine kurulu olan bu tekerleme, dilin anlamsal yönünden ziyade eğlenceli bir ses kullanımına odaklanmaktadır. Tekerlemeler, dilin ses yapısını ve ritmini vurgulayarak dinleyicilerde hoş bir kulağa sahip olma hissi uyandırır ve dil becerilerini geliştirmede önemli bir rol oynarlar. Tekerlemeler, çocukların eğlenmesine yardımcı olduğu gibi dil ve hafızalarının gelişiminde de büyük rol oynamaktadır. Tekerlemeler hem dilin içerdiği sesleri hem de cümle yapılarını anlama açısından çocuklara destek olmaktadır. Bu şekilde konuşma becerilerini geliştiren etkili bir yöntem haline gelir. Bunun yanı sıra anlamı olsun veya olmasın benzer seslerin bir araya geldiği tekerlemeleri öğrenmeleri aracılığıyla ezber yeteneklerinin gelişmesine de katkı sağlar. Sadece kişisel gelişim değil aynı zamanda birlikte eğlenme, öğrenme bilincinin kazanılması da sosyal gelişim açısından kişileri destekler niteliktedir. Tekerlemeler, yukarıda saydığımız noktalarla beraber, çocukların hem dil becerilerini hem de sosyal becerilerini eğlenceli bir yolla geliştirebilecekleri bir fırsat sunar. Bu fırsat aynı zamanda toplum karşısında utanç duyduğundan dolayı konuşmakta zorlanan çocuklar için bir yöntem olarak düşünülebilir. Tekerlemelerden bu kadar bahsetmişken sizlere bir tekerleme ile meydan okumazsam yazı eksik kalır, hodri meydan: Muvaffakiyetsizleştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Nar Ağacı İncelemesi

Nar Ağacı Betül Tosun Ağustos 15, 2023 Kitap Özeti Şehirler ve zamanlar arasında geçen bu duygu dolu serüveni, Nazan Bekiroğlu kendi ağzından, muhacir dedesinin I. Dünya Savaşı sırasındaki macerasını kaleme alıyor. Anlatıcı, masasından kalkmadan, çayı soğumadan, büyükannesi Zehra ve dedesi Setterhan’ın fotoğrafına baktıkça geçmişte bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk onu, Balkan Harbi’inden 1. Dünya Savaşı’na, Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-Bakü-İstanbul arası bir sefere çıkarıyor. Bekiroğlu’nun “ilk defa bütünüyle bana ait bir roman. Bu romana müteşekkirim,” diye bahsettiği Nar Ağacı, üç ülke ve üç sevdayı kaleme alıyor. “Bir arkadaşımın söylediği gibi belki gerçekten böyle olmuştur. Ben olup bitenleri hatırlamışımdır. Buna da inanmak istiyorum” diyor yazar bir röportajında. Yazarın Biyografisi Nazan Bekiroğlu, 3 Mayıs 1957’de Trabzon’da doğmuştur. Lisenin sonuna kadar Trabzon’da okuduktan sonra 1979’da Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. Dört yıl lise öğretmenliği yaptıktan sonra 1985’te KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girmiştir. 1987’de Halide Edib Adıvar’ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını Orhan Okay’ın yönetiminde tamamlamıştır ve aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamıştır. 1995’te Şair Nigâr Hanım konulu çalışmasıyla doçent olmuştur. 1998′den itibaren aynı fakültedeki Türkçe eğitimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Nazan Bekiroğlu, 4 Mayıs 2001′de profesör olmuştur. Kitabın İncelemesi “Yazıya düşen hiçbir şey ateşini olduğu gibi yansıtmıyor, her şey yazıya dönüşürken munisleşiyor.” Düşüşün etkili bir değişime dönüşebileceğini deneyimleyen Setterhan, İran’ın en önemli halı tüccarlarından Mirza Han’ın oğlu ile birlikte imkansızın da ötesinde bir hayat yolculuğuna yelken açıyor. Yiğit, mert ve dürüst olan Settarhan, dükkanlarında halı dokuyan Azam’a meftun olur. Gözlerine her baktığında kendinden geçişi ve ne yaparsa yapsin kara sevdasını ne kelimelerle ne de herhangi bir şeyle ifade edememesi onu farklı dünyalara sürükler. Sevdasının mutlak bir kurtarıcı olmasını umduğu ama aniden ticaret için kervan yolculuğuna çıkıp mahbubundan ayrılan Setterhan, her ateşin etrafını aydınlatamayacağını, ancak sevda ateşinde kavrulduğunda güneşlerin doğacağını anlar. “Dünya bir ırmaktı, biz bu ırmaktan dışarıdaydık aslında ve ırmağa düşen sadece gölgemizdi.” Balkan Harbi’nde bütün dünyası değişen ve alt üst olan Zehra, büyük annesi, köpeği ve komşusunun çocukları ile yola çıkar. Çocukluğunu, gençliğini, Trabzon’un denizini ve fırtınasını arkasında bırakır. Çıktıkları bu bilinmez yolda bir çok anı ve hikayeyle karşılaşırlar. Zehra, her geçtiği yolda farklı ırmakların ve denizlerin havasını solur. Kaçış ve sığınışlarının her birinin ardından bir ümitsizlik ve çaresizlik kaplar içini. Oysa ki, atlattığı her fırtına, elinde tutmaya çalıştığı kader iplerini şekillendirip, güzelleştirerek onun hiç ummadığı anda kendisine sunar. Savaş, kendisini denizler ötesinde olan biriyle buluşturur. “Gör beni.” Kitabin sonlarında, her iki ana karakter baktıkları dünya ve görecekleri dünya ile karşı karşıya gelirler. Hikaye, birinin aşk yolculuğunda altüst olan hayatı, diğerinin ise savaşın dehşeti ile kaçıp bilinmez bir hayata açılması ile başlar. Yazgılarının kendi ellerinde olduğunu zannederler ama o yazgıların arkasında göremedikleri başka bir şey vardır. Korkuyu, aşkı, belirsizliği, ümitsizliği ve ihaneti barındıran hikaye aslında şunu özetler: “Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını?” Evet. Bizler aslında bir tek bize verileni görebiliyoruz. Oysa ki, çoğu zaman gördüklerimiz bizim kendi penceremizde saklı. Sanırım pencerelerimizi açmayı öğrenmemiz gerekiyor. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Öyle işte…Sadece…Öyle…

Öyle işte…Sadece…Öyle… Fatma Sena Bark Ağustos 15, 2023 Ve bir damla gözyaşı düştü sol gözümden. Şehir efsanesi de olsa, geliyor öyle bilgiler arada insanın aklına. Genellikle de en olmadık anlarda. Şimdilerde aklıma gelen soruların bir de cevaplarını bilsem, ne güzel olurdu. Mesela, insan boğulur muydu hiç suskunluğunda? Avaz avaz susuşları yakar mıydı canını? Elinde cam kırılsa, düşen o göz yaşları, içinde can kırılınca mı kuruyordu yoksa? İnsanız sonuçta, düşeriz, şaşarız, aldanırız. Yapmam der yine de yaparız. Verdiğimiz sözleri unutur, en olmadık konularda inat ederiz. En büyük zararı yine kendimize verir, faturayı en çok kendimize keseriz itinayla. Aynı hatanın üzerinden birkaç kere geçmeden anlamayız mesela. Durumuz durağımız olmaz. Kısacası, tahterevallimiz dengede kalamaz. Ama an gelir, küçücük bir yer açılır, o zaman perdesinde. Gerçekler sızınca o boşluktan ve çarpınca yüzümüze, irkiliriz ya hani… Tam o noktadayım işte. İçimin, dolduklarını taşırma arzusuna engel olduğum her defasında, artan bir şiddetle geri gelen o isteğin, şimdi göğsümün kafesini kırarak açışının, içimden kaçışının eşiğindeyim. Burası korkunç, burası yalnız, burası ıssız. Ama burası en çok da sensiz. Ben her şeyle savaşırım. En çok kendimden kaçıp kendime küsen ben, kendimle bile yüzleşirim. Ama sonuncusu olmaz. O zor. Onu yapamam. Gücüm yetmez ki benim. Senin varlığın demek, sırtımı yaslayacağım bir söğüt ağacımın olması demek. Gölgesinin yetmesi demek. Yere sağlam basmam demek. Dik durmam ve ileri bakmam demek. O güveni, damarlarımda akan kanda hissetmem demek. Ruhumun esenliğe kavuşması demek. Auramın beyazdan mora, pembenin sekiz tonuna bulanması demek. Yani, anlatamadığım ama beni ben yapan tüm yapı taşlarım, değerlerim, özüm demek. Nasıl yapayım ben sensiz? Nasıl geçeyim o kapının eşiğinden? Burası araf, burası soğuk, burası alacakaranlık. Ne kalabilirim ne gidebilirim. Kıymetini bilmediğim her anı gözümün önünden geçerken bir film gibi, bir çengel takıyor zihnime ve bırakıyor kendini bilincimin derinliklerine. Hasretle yoğruluyorum ama şekil almıyor, bir çamur yığıntısı olarak kalıyorum. Yolu yarılamışım ama yarıda kalmışım. Daha yarımmışım. Ya da başladığım yerden bir arpa boyu yol almamışım. Bir dönme dolabın en tepesinde bir buhrandayım. Ne aşağıdan alabiliyorum gözümü ne manzaraya doyabiliyorum. Kaçıncı turumu tamamladım kim bilir. Ama bana sorarsan, bence binmedim bile daha o dönme dolaba, oturmadım o sallanan küçük kutuya, tutmadım o demirleri henüz sıkıca. Hani olur ya bazen, günlerce durmamışsın, çok yorulmuşsun gibi hissedersin, ama tek yaptığın içine dönmektir. Sürekli ertelediğine bir kulak vermektir. Belki yine de bir cevabı olurdu kafamı istila eden bunca sorunun, eğer durduğum durağın kapıları sensizliğe açılmasaydı. Havada öylece sallandırmasaydı beni, ya da boşluğa düşürmeseydi, seni kana kana içememiş bu biçareyi. Öyle işte.. Sadece.. Öyle.. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan