NAR AĞACI
Kitap Özeti
Şehirler ve zamanlar arasında geçen bu duygu dolu serüveni, Nazan Bekiroğlu kendi ağzından, muhacir dedesinin I. Dünya Savaşı sırasındaki macerasını kaleme alıyor. Anlatıcı, masasından kalkmadan, çayı soğumadan, büyükannesi Zehra ve dedesi Setterhan’ın fotoğrafına baktıkça geçmişte bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk onu, Balkan Harbi’inden 1. Dünya Savaşı’na, Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-Bakü-İstanbul arası bir sefere çıkarıyor. Bekiroğlu’nun “ilk defa bütünüyle bana ait bir roman. Bu romana müteşekkirim,” diye bahsettiği Nar Ağacı, üç ülke ve üç sevdayı kaleme alıyor.
“Bir arkadaşımın söylediği gibi belki gerçekten böyle olmuştur. Ben olup bitenleri hatırlamışımdır. Buna da inanmak istiyorum” diyor yazar bir röportajında.
Biyografi
Nazan Bekiroğlu, 3 Mayıs 1957’de Trabzon’da doğmuştur. Lisenin sonuna kadar Trabzon’da okuduktan sonra 1979’da Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. Dört yıl lise öğretmenliği yaptıktan sonra 1985’te KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girmiştir. 1987’de Halide Edib Adıvar’ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını Orhan Okay’ın yönetiminde tamamlamıştır ve aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamıştır. 1995’te Şair Nigâr Hanım konulu çalışmasıyla doçent olmuştur. 1998′den itibaren aynı fakültedeki Türkçe eğitimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Nazan Bekiroğlu, 4 Mayıs 2001′de profesör olmuştur.
İnceleme
“Yazıya düşen hiçbir şey ateşini olduğu gibi yansıtmıyor, her şey yazıya dönüşürken munisleşiyor.”
Düşüşün etkili bir değişime dönüşebileceğini deneyimleyen Setterhan, İran’ın en önemli halı tüccarlarından Mirza Han’ın oğlu ile birlikte imkansızın da ötesinde bir hayat yolculuğuna yelken açıyor. Yiğit, mert ve dürüst olan Settarhan, dükkanlarında halı dokuyan Azam’a meftun olur. Gözlerine her baktığında kendinden geçişi ve ne yaparsa yapsin kara sevdasını ne kelimelerle ne de herhangi bir şeyle ifade edememesi onu farklı dünyalara sürükler. Sevdasının mutlak bir kurtarıcı olmasını umduğu ama aniden ticaret için kervan yolculuğuna çıkıp mahbubundan ayrılan Setterhan, her ateşin etrafını aydınlatamayacağını, ancak sevda ateşinde kavrulduğunda güneşlerin doğacağını anlar.
“Dünya bir ırmaktı, biz bu ırmaktan dışarıdaydık aslında ve ırmağa düşen sadece gölgemizdi.”
Balkan Harbi’nde bütün dünyası değişen ve alt üst olan Zehra, büyük annesi, köpeği ve komşusunun çocukları ile yola çıkar. Çocukluğunu, gençliğini, Trabzon’un denizini ve fırtınasını arkasında bırakır. Çıktıkları bu bilinmez yolda bir çok anı ve hikayeyle karşılaşırlar. Zehra, her geçtiği yolda farklı ırmakların ve denizlerin havasını solur. Kaçış ve sığınışlarının her birinin ardından bir ümitsizlik ve çaresizlik kaplar içini. Oysa ki, atlattığı her fırtına, elinde tutmaya çalıştığı kader iplerini şekillendirip, güzelleştirerek onun hiç ummadığı anda kendisine sunar. Savaş, kendisini denizler ötesinde olan biriyle buluşturur.
“Gör beni.”
Kitabin sonlarında, her iki ana karakter baktıkları dünya ve görecekleri dünya ile karşı karşıya gelirler. Hikaye, birinin aşk yolculuğunda altüst olan hayatı, diğerinin ise savaşın dehşeti ile kaçıp bilinmez bir hayata açılması ile başlar. Yazgılarının kendi ellerinde olduğunu zannederler ama o yazgıların arkasında göremedikleri başka bir şey vardır. Korkuyu, aşkı, belirsizliği, ümitsizliği ve ihaneti barındıran hikaye aslında şunu özetler: “Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını?” Evet. Bizler aslında bir tek bize verileni görebiliyoruz. Oysa ki, çoğu zaman gördüklerimiz bizim kendi penceremizde saklı. Sanırım pencerelerimizi açmayı öğrenmemiz gerekiyor.