Ekim Kitaplığı

Mor Mürekkep 

Nazan Bekiroğlu

“Bilirsiniz, bir karşılaşmanın veya bir kitabın hayatınızı altüst edebilmesi için önceden hazır olmak gerekir.”

Özet 

Birçok farklı hikayelerden oluşan Nazan Bekiroğlu’nun Mor Mürekkep kitabı okuyucuların hem iç dünyalarına hem de dış dünyalarına farklı pencerelerden bakış açısı sunar. Hayatın anlamını, varoluşunu, biz insanların aslında anlam bulamadığı objeleri, kavramları ve kelimeleri anlamdıran bir kitap. İnsanın duygusal, bedensel ve zihinsel dünyasını birleştirip farklı kutuplardan köprü kurup yürümemizi sağlayan bir eser.

İnceleme

Ne zaman Nazan hocanın kitabını okusam içimde ayrı bir lezzet oluşur. “Müzik ruhun gıdasıdır” derler hep. Ben de bu sözü alıp “Kelimeler ruhun gıdasıdır” demek istiyorum. Belki bir çoğumuz her gün yüzlerce kelime ile cümle kuruyoruz ama bu kurduklarımızın anlamının, nedeninin farkında bile değiliz. Küçükken bir tane kitabım vardı, benim ilk kitabımdı. O zamanlar küçük olduğum için okumayı bilmiyordum ve anneme her gün bana o kitabı okumasını isterdim. Bana “hiç sıkılmıyor musun?” diye sorduğunda ben sıkılmadığımı söylerdim. Mor Mürekkep de benim için aynı. Her yıl okusam sıkılmayacağım kitaplardan bir tanesi. Benim farkında olmadığım ama her zaman kendimle taşıdığım “ben” gözlüklerimi çıkarmama yardımcı oldu. Dünyayı “ben” algısı ile değil de bir kelebeğin, kelimenin, kalemin algısıyla bakabilmeyi öğretti. Aslında biz farkında olmasak bile okuduğumuz her şey bizim ya zihnimize ve ruhumuza ya da bedenimizin bir yerine kazınıp ara ara bizi ziyaret ediyor. Sanırım kendilerince bir şeyler hatırlatmak istiyorlar.

‘“Şimdiye kadar bütün öğrendiklerim” dedi yazıcı, “Hayata dair, hiçbir şeyi anlamama yetmediler. Öyleyse onları unutmalıyım. Unutmalı ve yeniden başlamalıyım.”’ 

Dört Anlaşma 

Don Miguel Ruiz

“Siz konuşabiliyorsunuz. Dünyada başka hangi hayvan konuşabiliyor? Söz, insan olarak sahip olduğunuz en güçlü araçtır; söz büyü aracıdır. Ama iki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir.”

“İnsanların size doğruyu söyleyeceklerini beklemeyin çünkü onlar kendilerine de yalan söylüyor.”

Özet

Hayatını, başkalarının fikir ve inançlarına göre değil de kendi gerçeklerine göre yaşayınca ancak mutlu olabilir insan. Çünkü insan olmadığı biri gibi davrandığında hep bir yanı eksiktir. İnsan varsayımlarla doludur ve kitaba göre insanların en büyük varsayımı, herkesin kendileri gibi düşündüğünü, hissettiğini, yargıladığını ve sömürdüğünü varsaymaktır. Varsayımın hiçbir zaman pozitif bir etkisi yoktur. Varsayım demişken, kitapta geçen bu hayatı en iyi şekilde yaşamak için kendimizle yapmamız gereken dört anlaşmaya geçelim:

1- Söz büyüdür.

2- Hiçbir şeyi kişisel alma.

3- Varsayımda bulunma.

4- Yapabildiğinin en iyisini yap.

İnceleme 

Keşke kitapta geçen şeyler aklımdan hiç çıkmasa. Ama çıkacak, biliyorum. Maddelere detaylı girmeyeceğim. Maddeleri (özellikle de ilk maddeyi) merak ediyorsanız hemen kitabı bulup okumanızı öneririm. Bu kitabı sanki 1-2 ayda bir tekrar tekrar okumalıymışım gibi hissediyorum. Çünkü insan unutur ve hatırlamaya ihtiyacı olur. Her okuduğunda da konuya farklı bir bakış açısından bakabilir. Bu dört maddeyi birazdan panoma asmayı düşünüyorum çünkü gerçekten her gün bakıp hayatıma geçirmeye çalışıp onları özümsemek istiyorum.

Frankenstein  

Mary Shelley

“Benim içimde, ancak zor hayal edebileceğiniz türden bir sevgi ve inanmayacağınız türden bir öfke bulunuyor. Eğer birini tatmin edemezsem, diğerine boyun eğerim.” 

Özet

“Frankenstein”, zeki ancak takıntılı bir bilim insanı olan Victor Frankenstein’ı takip eder; o, yaşamın sırlarını keşfetmek için acımasız bir arayışa sürüklenir. Heyecanının doruğundayken bir varlık yaratmayı başarır, ancak kısa süre içinde insanlığın sınırlarını aştığının farkına varır. Bu hikaye, Frankenstein’ın insanlar gibi dünyayı merakla keşfeden ve sevgi arzusu taşıyan bir varlık yaratmasını ve sonrasında onu canavarlaştırmasını anlatır. Bu canavarın perspektifinden, insanların değerini yitirdiği değerleri yeniden keşfederiz.

İnceleme

Yeni bir şehir veya ülkeye taşındığınızda her şey ne kadar büyük gelir, değil mi? Ama zamanla, sokakların nereye döndüğünü, hangi köşede sevdiğin ekmekçinin olduğunu, otobüs durağının hangi parkın ilerisinde olduğunu öğrendikçe o büyük karmaşık dünya küçülür, cebine sığar. Peki tüm dünyayı aynı şekilde elimize alabilsek, her şeyi görebilsek, neler yapabileceğimize şahit olsak, o zaman insanın kim olduğunu anlar mıyız? Aslında Frankenstein’in canavarı anlamıştı, fakat insan derisi giymediği için tüm olabileceklerinden mahrum kalmıştı. Duygularını kelimelere aktaramayan, koşmak isteyen ama bir adım atamayan bir çocuk gibi: öfkeli, yalnız ve aciz.

Peki ya insan? Derisini giyen, diliyle konuşabilen, uzuvlarıyla dünyanın bir ucundan diğer ucuna gidebilen insan, insanın kim olduğunu anlar mı? Şu ana kadar anlamadıysak, gelin de bu canavardan öğrenelim.

“Benden öğrenin, belki benim öğretilerimle değil, ama kesinlikle benim örneğimle, bilgi edinmenin ne kadar tehlikeli olabileceğini ve kendi doğasından daha büyük olma arayışında olan adamdan ziyade kasabasını tüm dünya olarak kabul eden insanın ne kadar daha mutlu olduğunu.”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *