12 Kızgın Adam (12 Angry Men)

Genel Tanıtım 12 Angry Men, 1957 yılında Sidney Lumet tarafından yönetilen etkileyici bir Amerikan hukuk dramasıdır. Film, Reginald Rose’un aynı adı taşıyan 1954 tarihli televizyon oyunundan uyarlanmıştır. Hikaye, cinayet şüphesiyle karşı karşıya kalan bir genç hakkında karar verecek olan bir jüri ekibini anlatıyor. Jürinin makul şüphe temelinde mahkumiyet veya beraat konusunu müzakere etmesini ele alıyor. Jüri, anlaşmazlık ve çatışma ile başa çıkarken, onların ahlaki değerleri sorgulamalarına neden olan derin sorular ortaya çıkıyor. Oyuncu kadrosunda bulunan Henry Fonda, aynı zamanda yapımcı olarak Reginald Rose ile birlikte yer alıyor. Diğer önemli isimler arasında Lee J. Cobb, Ed Begley, E. G. Marshall ve Jack Warden bulunuyor. Akademi Ödülleri’nde “12 Angry Men”, “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Senaryo” kategorilerinde adaylık elde etti. Ayrıca, Amerikan Film Enstitüsü tarafından AFI’nin 10 Top 10 listesi kapsamında, “En İyi Mahkeme Draması” olarak 1962 yapımı “To Kill a Mockingbird”ün ardından ikinci sırada seçildi. 10 üzerinden 9 gibi iddialı bir IMDb puanına da sahip. Prodüksiyon Reginald Rose’ın “12 Angry Men” adlı senaryosu başlangıçta televizyon için hazırlandı ve Eylül 1954’te CBS’in Studio One programında canlı olarak yayınlandı. Televizyon prodüksiyonunun başarısı, bir film uyarlamasına yol açtı ve Henry Fonda ile Rose, daha önce televizyon prodüksiyonları için dramalar yönetmiş Sidney Lumet’i yönetmen olarak görevlendirdi. New York’ta çekilen film, kısa ancak yoğun bir prova programının ardından üç haftadan az bir sürede ve $337,000 dolarlık bir bütçeyle (2025’de yaklaşık $3,500,000 dolara eşdeğer) tamamlandı. Neden Bu Filmi İzlemeliyiz? Doğruyu savunan tek kişi olmak bu hayatta her şeyi değiştirebilir. Savunduğunuz şeyin doğru olup olmadığını bilmeseniz bile öğrenmek için savunmaya değmez mi? Yoksa, günlük hayattaki koşuşturmacanıza veya sonucunu merak ettiğiniz maça geri dönmek için neredeyse çocuk sayılabilecek genç bir adamın hayatını hiçe sayabilir misiniz? “Ne zaman önyargınızı kullansanız gerçekleri göz ardı edersiniz.” Mevlana, “Etrafına baktığında her yer karanlıksa, bir kere daha bak; belki de ışık sensin.” diyor. Yalnız olmak korkutucu, cesaret isteyen bir şey ama gerçeği açığa çıkarmak ve onu herkesin görmesini sağlamak için küçücük bir ihtimal dahi olsa, bu riski almaya değmez mi? Sadece birkaç saatliğine oturulup konuşulduğunda çözülebilecek bir konu için o hayatın hatrına o birkaç saat feda edilemez mi? Değer. Ama gelin bir de bunu karşınızda saatlerce size bağıran ve yanlış olduğunuza dair inat eden biri varken deneyin. Öyle ki, adını sorsalar bağırarak söyleyecek durumda. Babam dedi ki, “bağıranların mutlaka kendileri hakkında bir sorunları vardır,” ya da böyle birşeydi tam hatırlamıyorum. Haklı insan sakindir çünkü haklılığını kanıtlamaya lüzum duymaz. Ama bağıran kişi haksızlığını sesiyle örtmeye çalışırcasına yükseldikçe yükselir. “Bir hiç olmak çok üzücüdür beyler. İnsanlar hep aranmak ister, dinlenmek ister, hayatta bir kez de olsa önemli olmak ister.” Cahile karşı en büyük cevap da sessizliktir. Biri uzun bir süre sesini yükseltip karşı tarafa haklı olduğunu kabul ettirmeye çalıştığında, insanlar bir süre sonra onu dinlemez, dinleyemez olurlar. Çünkü muhattaplarıyla muhabbet kuramayacak, onları ikna edemeyecekleri noktaya geldiklerinin farkındadırlar. Böyle zamanlarda biraz ara vermek her iki tarafa da iyi gelir. Bir bakarsınız sonunda beklenmeyen olmuş ve ortak bir karara varmışsınız; bir kişi, on iki kişi olmuş…
Damızlık Kızın Öyküsü (The Handmaid’s Tale)

Kitap Özeti “Damızlık Kızın Öyküsü” Kanadalı yazar Margaret Atwood tarafından yazılmış distopik bir romandır. Kitap, her şeyi kontrol altına alan bir rejimin altında bulunan Gilead adındaki bir toplumda kadınların sadece üreme amaçlı kullanıldığı bir kurgusal dönemde geçmektedir. Başkahramanımız Offred, bir “Damızlık” olarak tanımlanan kadınlardan biridir ve rejimin liderleriyle üreme görevini yerine getirmek üzere atanmıştır. Hikaye, Offred’in geçmişine ve şu an yaşadığı gerçekliğe dair hatıralar arasında gidip gelirken, onun kadınların toplumdaki yerlerini, söz haklarını, özgürlüklerini ve bireysel kimliklerini sorgular. Kitap, politik, toplumsal ve cinsiyet temalarını derinlemesine ele alırken, okuyucularını düşündürmeyi ve sorgulatmayı hedefler. Yazarın Biyografisi Margaret Atwood, Kanada’da doğup büyüyen bir yazardır. Yazma ile yolculuğu beş yaşında başlamış ve yüksek lisansını İngilizce edebiyatı üzerinde yapmıştır. Bir feminist bakış açısı ile yazan Atwood, kitaplarında yeni başlangıçlar ve rol değişimleri hakkındaki temalara yer verir. Yazdığı kitapların hepsi de dünya ve çevresindeki insanlarla ilişkilerini sorgulayan kadınlar odaklıdır. Sadece kitap değil, aynı zamanda kısa öyküler, şiirler, çocuk kitapları ve tiyatro da yazmaktadır. Gösterdiği başarıya binaen yazar, hem Kanada’daki hem de Amerika’daki üniversitelerde İngilizce edebiyatı anlatmaktadır. Margaret Atwood, 2016 yılında PEN Pinter Prize ödülü kazanmıştır. İnceleme Eğer geleceği fazla detayla anlatabilirsek, belki gerçekleşmez. Bu düşünceyle Margaret Atwood “Damızlık Kızın Öyküsü”nü kaleme aldı. İlk önce bir insan, sonra bir kadın olarak bu roman beni bir gerilim filminin korkutamayacağı gibi korkuttu, çünkü gerçekçiydi. Her yazdığımız veya yazmadığımız kural, her cezasız bıraktığımız suçla, böyle bir geleceğe yaklaşıyorduk. ABD ve Türkiye dahil olmak üzere, nice ülkelerde bu gerçeği yaşayan kadın, çocuk ve adam yok muydu? Atwood bu kitabı yazarken hiçbir kurgu kullanmadığını söylüyor. Yazdığı her olay tarihin bir köşesinde gerçekleşmişti. Bunun farkındalığıyla bu kitabı okumak gerekiyor aslında. İlk sayfadan itibaren, Offred özgürlük hakkındaki düşünceleriyle beni mest etti. Elindekileri kaybedince kıymetini anladı ve bana da bir sabah kahvesinin, banka hesabı açabilmenin, evinden çıkıp alışveriş yapabilmenin, çalışıp kendi maaşını kazanabilmenin kıymetini hatırlattı. Offred’in hapishanesinde özgürlüğün tadını aldım. Daha ilk sayfalardayken bir pencereden bakmanın aslında özgürlüğü ne kadar tatlı kıldığını hissettim. Ben de Offred’in hikayesiyle bugüne kadar varsaydığım tüm özgürlüklerimi tekrar hatırlamış oldum. Bu roman aynı zamanda bir toplumda az bir mükafata karşı oluşabilecek kayıtsızlığı gösteriyor. Offred bile Nick’le olan ilişkisinin sayesinde sisteme alışıyor ve kendi çapında mutlu oluyor. Bir insanın sayılı güzelliklerle dehşet durumlara razı olabileceğini gösteriyor aslında. Okurken içimde bağıra bağıra durdum – tüm bu damızlık kadınlar birleşip onların üzerine kurulmuş bu sisteme karşı çıksalar, tüm sistem çökerdi. Ama olmadı; kadınlar, korkularına yenik düşüp bu hayata alıştıklarından ve psikolojilerini korumak için tüm bu şartlara razı olduklarından, hiçbir şey değişmiyordu. Offred, isyana meyilli olmasına rağmen, hayat koşulları onu biraz olsa da memnun ettiğinde, çok kısıtlı bir özgürlüğe bile razı oldu. Aslında günümüzdeki olaylara aynı gözle bakabiliriz. İnsan, çok ağır şartlara hızla alışabiliyor çünkü adapte olmak fıtratımızın bir parçası. Ama bundan dolayı kayıtsız kaldığımız daha ne kadar sıkıntı var? Devletlerimizdeki sağlık, eğitim, ekonomi sistemlerinde onlarca kişi mağdur kalırken, nelerden eksik kaldığımızın farkında mıyız? Aslında daha fazla kişi için daha verimli, mutlu, güzel günler yaşayabilirken, sisteme alıştığımız ve razı olduğumuzdan dolayı hepsinden eksik kalıyoruz. “Damızlık Kızın Öyküsü” de tam olarak bunu anlatmaya çalışıyor. Şartları zorlayıp, rahatlık alanımızdan çıkaran daha güzel günlere kendimizi itmeliyiz. Yoksa gün gelir ve bir küçük odaya, az bir yemeğe ve kısıtlı bir özgürlüğe razı oluruz. Alıntılar “Gazetelerde adı geçmeyen insanlardık. Baskının kenarındaki beyaz boşluklarda yaşardık. Bu bize daha fazla özgürlük verdi.” “Teyze Lydia şöyle dedi: ‘Bir çeşit özgürlük yoktur,’ dedi. ‘Edinme özgürlüğü ve kurtulma özgürlüğü. Anarşi günlerinde, edinme özgürlüğüydü. Şimdi size kurtulma özgürlüğü veriliyor. Onu küçümsemeyin.’” “Nolite te bastardes carborundorum. O zalimlerin seni ezmelerine izin verme.”
Humboldt ve Eğitim İdeali

Eğitim dediğimiz zaman aklımızda canlanan en basitinden, okuldur. ‘Eğitim hayatı’, ‘eğitim geçmişi’ gibi ifadeler kullanarak katettiğimiz dereceyi belirtiriz. Aslında bu kadar basit değildir. Her okula giden insan için eğitimli diyemeyeceğimiz gibi sadece okul hayatına bakarak eğitimsiz bir insan diyemeyiz. Berlin’de bulunan Humboldt Üniversitesi’nin kurucularından olan Prusyalı Wilhelm von Humboldt bir devlet adamı, dilbilimci ve filozoftur. Günümüz eğitim sisteminin temelinin atılmasında etkisinin büyük olduğunu söyleyebileceğimiz eğitim teorisi ile bilinen Humboldt, aynı zamanda 1809-1810 yıllarında Prusya İçişleri Bakanlığı’nda Kültür ve Eğitim departmanı başkanlığı görevini üstlenir. Eğitim teorisinde en çok dikkat çeken noktalardan birisi, eğitim ve araştırmanın bir arada yürütülmesi gerektiğidir, ki bu sistem günümüz üniversitelerinin uygulamış olduğu sistemdir. Humboldt için eğitimin amacı basit gözükse de aslında oldukça zordur: insanın kendisini bulmasını sağlamaktır. Yani, insanın insan olma yolculuğunda amacına ulaştıran bir araçtır. Humboldt’un eğitim anlayışında asıl hedef insanın mesleki eğitiminden ziyade bireylerin karakter gelişimidir. Kişi kendi yeteneklerini özgür bir şekilde geliştirip bu yolda gerekli eğitimleri aldığı takdirde topluma yararlı bireyler haline gelecekleri fikrini savunur. Bu yolda eğitim verilirken, önem verilmesi gereken bir diğer nokta da bireyin ahlaki eğitimidir. İnsan nefsi, hep daha fazlasını ister ve bu yolda gözünü karartabilir. Bu durum, kişinin kendisine ve etrafındakilere zarar vermesiyle sonuçlanabilir. Ve bu Humboldt’un ahlaki eğitim sürecinde engellenmesi gereken bir durumdur. Önerdiği önlem ise insanın içindeki güçlerin geliştirilmesi aşamasında orantılı bir büyüme gerçekleştirilmesinin sağlanmasıdır. Bu noktada etik ve ahlaki değerlerin öğretilmesi ve kişiye aktarılması gerekmektedir. Yani olgunluk dediğimiz seviyeye gelmesi için gidilen yol, insan için eğitim sürecinin ta kendisidir. Humboldt için, dil eğitimi önemli bir yere sahiptir. Eğitim teorisinde, diller aracılığıyla kişinin dış dünya ile alışveriş yapabilmesi sayesinde dil eğitimine özellikle vurgu yapmaktadır. Dilin kullanımı ile kişi etrafı ile iletişim haline girer ve dilin kullanımı ne kadar iyi olursa iletişim o kadar kolaylaşır. Hatta bu yolla beraber farklı çevrelere ulaşılabilir, farklı mesajlar verilebilir. Bu yüzden ana dilin öğrenilmesinin yanında yabancı dillerin öğrenilmesi Humboldt tarafından özellikle vurgulanmıştır. Her dilin kendine ait karakteristik özellikleri bulunur. Farklı kelimeler, farklı ifadeler ve o bölgenin kültürüne ait özellikler taşır. Bu sebeple yeni bir dil öğrenilmesi yeni bir kültüre, yeni insanlara kapı açar. Aynı zamanda yeni bir dünya görüşü anlamına gelir. İnsan, sürekli içinde bulunduğu ortam ve çevre dışında farklı bir dilde ve yeni şeyler düşünmeye başlar. Bu sayede görüş açısı genişler ve dünyaya başka bir açıdan bakmayı öğrenir.
Özlemim Ta Derinlerden

Özlemim ta derinlerden, etkiler olur olmadık yerden. Gözlerimin pınarı yaşarır şimdi, anda kalır o sıcaklıklar da… Suyun kıyıya vurması gibi, çare bulamaz buluşurum ben de sessizliklerle. Yaramın derinliği değildir beni ağlatan, izin kalması an meselesidir de ondan… Uyanamam gördüğüm rüyalardan, hoş gerçeklik çalar kapımı her an. Şimdi ellerimde çiçekler, gözlerim ufka kadar, belki ayaklarım geriye gidiyor ama… Şaşırıyorum yaptığım hesaplara, iflah olmaz bir kırlangıcım şaşarım yollarda. Uçuyorum en tepeye, arkama bakmadan, dönmesi zor olsun diye. Hiçe saydığım ne vardı? Geride kalan kalpler mi beni aldı? Sorarım şimdi biz mi yandık? Yoksa yakan mı aldandı? Ruhum hep senin yanındaydı, sadece ufka bak, sevdiğim biri öyle yapardı. Ben o geçtiğin yollardayım, her bir yağmur tanesi şahittir ki. Ondan yağar her gün en derinime, en delimize; kaçamaz istese de. Sesler hiç kesilmesin yoksa alır başımı giderim. Yüreğim taze ekmek kokusunda huzur bulsa başka ne isterim? Sanarım sessizlik uyutur beni, kazar en dibine bu kuyuyu. Ama söylenenler susturur bu martıların sesini. Çünkü bilirler ki bu ses özgürlüğün ta kendisi. Ne yazacak şeyim kaldı, ne de tüketecek ümitlerim. Söyle şimdi neyleyim? Kimlere gideyim? Bu dertli başımı seveyim. Bilmem ben kendimi, beni bilen anlatsın şu ıssız halimi. Söz, yazacağım kelimelerin en sıcak tenlisini. Simdi ayva çiçek açmış da, bana yazı getirecek seni gerek seni!