Yağmur’a Ağıt

“Vareden’in adıyla insanlığa inen nur, Bir gece yansıyınca kente sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından. Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat.” Gönlüme yağan yağmurdan Haberin var mı sevgili? Kim bilirdi Ruhumun bulutlarının Ağlamaya başlayacağını? Sen bilirdin, değil mi? Sen, Bilir miydin sevgili? Yağmurlar var gönlümde. Dışarıya yağmur yağıyor. Ben, Yağmurdan hoşlanmıyorum sevgili. Gel, dindir yağmurlarımı. Bildir bulutlara gelişini. Bulutlar utansın Sen varken Yeryüzünü ıslatmaya. Şemsiye ol bana, Nefretin yağmurundan koru beni. Çatım ol, Yağmurlar ulaşmasın bizlere. Evim ol, Sırılsıklam yapan tek şey beni, Aşkın olsun. Gelirsen bana, Gelmezsen sana aşk olsun. Gel, ey yağmurları dindiren; Aşk olsun! Sen gel sevgili, Açılmazsa yollar utansın. Sen çık yola, Yolunu keserse Eşkıyalar utansın. Uç, aç kanatlarını, İzin vermezse rüzgar utansın, Seni ıslatırsa Yağmur utansın. Yağmur, utansın. Dışarıya yağmur yağıyor sevgili. Benim sana en çok ihtiyaç duyduğum an, İşte tam bu an. Ben yağmuru sevmem sevgili. Gel yağmurda ıslanalım der misin? Deme. Dışarıda insanlar, hayvanlar ıslanırken Ben nasıl mutlu olabilirim sevgili? Nasıl sevebilirim yağmuru? Sen gel, Yağ gönlüme sevgili. Senin ıslattığın herkesin Huzurla dolsun içi, İnşirah bulsun kalbi. Sen öyle gel, öyle ıslat beni. Sen, ıslat beni. Kimsecikler üşümesin senin yağmurunda. Herkes dilden dile anlatsın Gönlüme nasıl yağdığını. Cümle alem bilsin Yağmurlarınla sırılsıklam olduğumu. Yağacaksan sen yağ sevgili. Yağacaksan, sen yağ. Dışarıya yağmur yağıyor. Ben, ruhumun askılıklarına takılmış bir haldeyim. Ruhumun aksiliklerine… Kara bulutlar yalnızca Benim göğümü kaplıyor. Yağmur her yere yağıyor lakin Ben karanlıklar içerisindeyim sadece. Beni sensizlik bu hale getirdi sevgili. Senin ışığın olmadıkça Bütün dünya bana karanlık sevgili. Senin nurunu görmüşken ben, Binler güneş olsa Bana yeter mi sevgili? Gözlerim kör, Gözlerim kör senden başkasına sevgili. Kimsecikler yetmiyor, Senden başka, Sonsuzluğa alışkın şu ruhuma. Gökyüzü yetmiyor bana sevgili, Çırpınıyorum Gökyüzünün ötesini görmek için. Deniz yetmiyor bana sevgili, Biliyorum Onun da bittiğini, Biteceğini. Ruhuma sen lazımsın sevgili, Bana sen lazımsın. İnsanların “Su, su!” diye inlediği şu çölde Sudan geçtim ben. Dilime darılırım “Sen!”den başka bir şey Söylerse sevgili. Seraplarımda sen varsın sevgili. Etrafım çamur, Sana koşamıyorum. Sen gelsen sevgili; Çamur çamur oluşuna utanır, Senden hariç yağan her pis yağmur Gökyüzünü ıslatışına utanır, Güneş varlığından utanır, Yıldızlar bir bir silinip gider Gökyüzünden, Ay seni görünce aşkından -aşkımdan- Ortadan ikiye Şak diye yarılır da İki parça olur. Ay iki parça olur sevgili, Gönlüm paramparça… Ben gelemem sevgili; Ayaklarımı kirletir etrafımdaki çamur Ve ben huzuruna O şekilde çıkmaktan Haya ederim, Utanırım sevgili. Yağan yağmur, Dünyayı çamura buladığına utanmıyor; Ben çamurlu bir dünyada yaşadığıma Utanıyorum sevgili. Çamura bulanmış ruhum, Kapkara ellerim-ayaklarım. Kalbim, sevgili, kalbim… Senin sarayına siyah yakışmaz sevgili. Matemli bene yakışır siyah. Senin terk-i dünyandan beri Yaslardayım sevgili. Sana layık olmayan kalbimin siyahı, Libasıma yansıdı sevgili. Sen gel sevgili; Siyah, renklerden oluşuna utansın. “Işıksızlık” dedikleri siyah için; Sen gelsen sevgili, Işıksız bir yer kalmaz kâinatta. Sen gelsen sevgili, Siyahlar parlar alacakaranlıkta. Sen gelsen sevgili, Sen gelsen… Hasret, sevgili, ah hasret! Vuslat, sevgili, ah vuslat! Gönlümün pınarları yetmez mi dünyaya, Gönlünün pınarları yeter. Sensiz bir yağmura ne hacet? Aşkım fışkırırken şu toprağa, Aşkın fışkırırken… Bütün ırmaklarda sen dolaş sevgili, Bütün balıkları sen besle. Gel, o mübarek -Uğruna başlar feda, Uğruna canlar feda- Ellerinle Susuzluğumuzu sen gider sevgili. Bir kırba su bulunur elbet, Beş kıtayı beş parmağına böl, Şehadet parmağını şu kuluna ihsan et sevgili. O kırbayı ben gözyaşlarımla doldurayım, Küre-i arz senin için akan gözyaşlarıyla Taşsın sevgili. Sen yağsan aslında, Bilirim ki herkes bayram eder. Çiçekler daha bir canlı açar kırlarda, Böcekler daha bir heyecanla uçuşur Yağmurun altında, Hayat daha bir aşkla devam eder koşuşturmasına, Kalem daha bir şevkle koşturur yazmaya. Sen ıslatsan aslında tüm dünyayı, Parıl parıl olur her yer ve herkes. Kara gözler ışığınla kamaşır, Kör gözler nuruna açılır. Ah sevgilim, bir gelsen… Ruhum sana hayran, Ruhum sana muhtaç… Seni bekleyişimdendir Yağmuru sevmeyişim ey sevgili, Senden gayrı Yağmuru bile istemeyişim. Rahmet, Ey alemlere rahmet olan, Ancak alemlere rahmet olarak gönderilen; Rahmet ol bana, Rahmet vesilesi ol, Merhamet ol bana sevgili. Liva-ül Hamd sancağı altında, Sana vaat edilen Makam-ı Mahmud’da… Sen gel, söz veriyorum Islanmak için dışarı koşanların İlklerinden olacağım Elimden geldiğince. Yeter ki sen gel… Yağmur duasındayım, Üstümde yağmurluk, Ellerim toprağa çevrili… Yanımda amcan yok diye Gelmeyecek misin? Amcan kalbimde, Sen kalbimde, Yetmez misin? Yetsen gönlüme, “Yettim!” desen, “Kurumuş topraklara geldim; Yağmur bekleyen, Alev alev yanan coğrafyalara…” Senden başka hiçbir yağmur, Söndüremez yangınımı; Kapkara bulutlara, Kapkaranlık bulutlar ekmeye devam eder. Yağmur diniyor yavaş yavaş Yağmur’um… Bir sonraki yağmurda Yağman ümidiyle…
Yağmur!

Yağmur! Bazen iki damla gözyaşının derya ettiği damlalar. Bazen ise, özgürce kucakladığımız nevbahar. Bazenleri, Yusuf’un kuyuya düştüğü gibi gözlerimizin semaya dikildiği o anda yaşadığımız ızdırap. Bazenleri, arkamıza bile bakmadan kaçtığımız fırtına. Yağmur bu işte. Kimine rahmet, kimine felaket. Kimine sonsuzluğu hatırlatan beste, kimine ise kesintilerin başladığı son durak. Kimi sever yağmuru, gözyaşlarıyla kelimeleriyle süsler. Kimi de kaçar kaçabildiği kadar uzaklara. Ama hayatın bir gerçeğidir yağmur. Ne onsuz olur bu dünya ne de onunla yaşanır. Herkesin yağmurlu hikayesi farklıdır. Benim ise yağmurla hikayem bir uzak diyarlarda başlayan kaybolmuş kuşun öyküsü ile başlıyor. Eylül’ün, toprakların suyla buluştuğu vakit benim anılarımda yağmurla şereflenmişti. Kaldığı yerle ilgili hiçbir fikri olmayan bir kanadı burkulmuş, diğer kanadı ise uçmaya hazırlanan bir kuş gibi bakıyordum. Bir yandan şimşek sesleri, diğer yandan annemin gözyaşlarının semaya götürüldüğü o kutlu an. Geceyi ve gündüzü birbirine bağlayan seher vakti. Sanki topraktan çok biz susamıştık ıslatmaya, yeşerip çiçek açmaya. Öyle bir bulut kaplamıştıki gökyüzünü, bir mesaj vermeye çalışıyordu ama gözlerimiz o zaman onu anlayabileceğimiz kadar aydınlık değildi. Sadece temizleniyorduk yeni doğmuş bir çocuk gibi, yeni bir hayata merhaba diyorduk. O zamana kadar hiç bir anlamı olmayan yağmur, benim için bir diriliş, bir yenilikti. İşte böyle bilemezsin, neyin senin için bir gün dost, bir gün düşman olacağını. Neyin hasret, neyin vuslat olacağını. Bilmiyordum gökkuşağının burada asılı olduğunu.
The Suay Sew Mağazası

The Suay Sew Mağazası Moda en etkileyici sanat biçimlerinden biridir ve neyi, ne zaman, nerede ve nasıl giydiğimiz kadar kıyafetlerimizin üretilme şekli de önemlidir. Her gün giydiğimiz kıyafetler bazen, işçilere yönelik insan haklarını ihlal eden, savurgan, etik olmayan bir moda endüstrisinin ürünleri olarak karşımıza çıkar. 2017 yılında Kaliforniya, Los Angeles’ın kuzeyinde Lindsay Rose Medoff tarafından kurulan The Suay Sew mağazası, çöp sahasındaki yaklaşık yüz yirmi bin kilogram kıyafeti onarır, yeniden tasarlar, ve yeniden kullanıma sunar. Bu küçük dükkan, işçi haklarını savunan ve moda endüstrisinin oluşturduğu büyük miktardaki atığı ortadan kaldırmak isteyen azimli işçiler tarafından yönetilmektedir. İşçilerden biri olan Silvia Acevedo’a göre, ürünleri ve mağazayı özel kılan en önemli unsurlardan biri de insan emeğine verilen değer ve mağazada bulunan robotların sayıca az olmasıdır. Tayca “suay” kelimesi güzel anlamına gelir ve hem mağazanın rengarenk ürünlerinde hem de işçilerin aktivizminde bu güzelliği görmek mümkündür. The Suay Sew mağazası pandemi döneminde Cleveland Clinic gibi çeşitli sağlıklı örgütlerle işbirliği yaparak iki yüz binden fazla maske bağışlar. Lindsay Medoff’a göre ana misyonları “toplum odaklı olmak” ve bu önemli değeri hiç bir şeye değişmemektir. “Topluluğa ihtiyacımız var, çünkü sahip olduğumuz ve sahip olacağımız tek şey bu.”
Tavşan Jojo (Jojo Rabbit)

Genel Tanıtım Taika Waititi’nin yazıp yönettiği 2019 yapımı komedi-drama filmi Tavsan Jojo, Christine Leunens’in 2008’de yayımlanan “Caging Skies” adlı kitabından uyarlanmıştır. Hikaye on yaşındaki bir Hitler Gençliği üyesi, annesinin çatı arasında bir Yahudi kızını sakladığını keşfetmesiyle başlıyor. Film, dünya prömiyerini 8 Eylül 2019’da 44. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapmış ve burada prestijli Grolsch Halkın Seçimi Ödülü’nü kazanmıştır. ABD’de ise 18 Ekim’de sinemalarda gösterime girmiştir. Ulusal İnceleme Kurulu ve Amerikan Film Enstitüsü tarafından yılın en iyi on filmi arasında seçilmiştir. Jojo Rabbit gişede 90 milyon doların üzerinde hasılat elde etmiş ve şu an IMDb’de 7.9 puan almış durumdadır. Prodüksiyon Tavşan Jojo filminin fikiri, Taika Waititi’nin annesi Robin Cohen’in 2010’da onu Christine Leunens’in “Caging Skies” adlı romanıyla tanıştırmasıyla başladı. Asker ve hayatta kalanların bakış açılarıyla anlatılan sıradan II. Dünya Savaşı hikayelerinden sıkılan Waititi, dedesi tarafından Nazi’lere karşı verilen mücadeleden ilham alarak kitabı uyarlamaya karar verdi. Fikri oluşturduktan hemen sonra Leunens’a bir e-posta gönderdi ve senaryo 2011’de yazıldı. Proje, 2012’de en iyi üretilmemiş senaryoların yer aldığı prestijli Siyah Liste’ye girdikten sonra dikkat çekmeye başladı. Aynı yıl Şubat ayında, Uluslararası Film Festivali Rotterdam’da CineMart’ın senaryoya ilgi göstermesiyle projenin potansiyeli ortaya çıktı. Jojo Rabbit’in çekimleri, 28 Mayıs ile 21 Temmuz 2018 tarihleri arasında Prag, Žatec, Úštěk, Kytín, Dolní Beřkovice, Hořín, Lenešice ve Petschek Sarayı gibi çeşitli mekanlarda gerçekleşti. Eski Lenešice şeker fabrikası, savaş sahnelerinin çekildiği yer oldu ve yapım, Çek Cumhuriyeti’nde dört ay geçirdi. Bu süreç, titizlikle yapılan iki aylık ön prodüksiyon ve yoğun 40 günlük çekim sürecini içeriyordu. Müzik Jojo Rabbit, yalnızca senaryosu ve sinematografisiyle değil, müziğiyle de kalplere hitap eden bir film. Soundtrack seçiminde kullanılan parçalar özellikle çok ilgi çekici. İlk olarak film bizi tanıdık bir melodiyle karşılıyor ama biraz hatırladığımızdan farklı sanki. Evet, The Beatles’in “I Wanna Hold Your Hand” şarkısı bu. Daha doğrusu “Komm Gib Mir Deine Hand,” yani şarkının Beatles tarafından kaydedilmiş Almanca versiyonu. Garip bir kombinasyon gibi görünebilir; Hitler mitinglerinden sahnelerle The Beatles ne alaka yani? Ama görüntülere bakınca aslında Hitler Mitingleri’nin Beatlemania (Beatles hayranlarının fanatikliği) ile olan benzerlik şaşırtıcı derecede. Hitler’ın Nazi Almanyası’ndaki fanatizmi ve Beatlemania, karizmatik liderliğin etkisini vurguluyor. Hitler’ın milliyetçi duygular ve propaganda ile Almanları manipüle etmesi, kör bir bağlılığı ve fanatizmi doğurduğunu filmdeki zamana ait görüntülerden görebiliyoruz. Benzer şekilde, Beatles da 60’larda çoğunlukla genç hayranlar arasında çılgınlık yaratarak bir hayranlığa sebep olmuştu. Farklı sonuçlara rağmen, her iki durum da karizmatik figürlerin kitlesel hareketliliği nasıl tetikleyebileceğini vurguluyor ve filmdeki bu ilk sahne bize bu paraleli zekice bir şekilde sunuyor. Ayrıca “Komm Gib Mir Deine Hand”’ın çevirisinin “Gel, bana elini ver” olması, Nazi selamını düşününce sizce de pek manidar değil midir? Başlangıç sahnesinde ve aradaki bazı sahnelerde çeşitli sanatçılardan parçalar olsa da film boyunca bize eşlik eden Jojo Rabbit’ın orijinal müzikleri Michael Giacchino tarafından bestelenmiş. Giacchino, filmde masalsı bir dokunuş, özellikle “Up” filmi için bestelediği müziklerdeki gibi benzer bir aşk ve kayıp temalarını yansıtmayı amaçlamış. Müziği, filmin derin duygularını öne çıkarmak için komediyi değil, duyguları vurgulamak üzere özenle düzenlemiş. Son olarak filmin finalinde, David Bowie’nin “Heroes” şarkısı ile karşılaşıyoruz. Ama bu sefer adı “Helden.” Gene başka bir tanıdık melodinin Almanca versiyonu tercih edilmiş. Bu şarkı ilk defa bir filmin final sahnesinde kullanılmıyor: Perks of Being a Wallflower filminde de özgürlüğü sembolize ederken bu şarkıyla karşılaşmıştık. Şarkı, özgürlüğün simgesi olmanın yanı sıra aşk ve kahramanlığın da temsilcisi olarak kullanılmış. Bir elin parmaklarını aşmayacak kadar kelime barındıran bu final sahnesi, şüphesiz müzik seçiminin de etkisiyle filmin en duygusal sahnelerinden biri olmayı başarmış ve müziğin filme kattıklarına dair somut bir kanıt olmuş. Neden Bu Filmi İzlemeliyiz? Toplumun, insanların, özellikle de çocukların fikirlerindeki katkısı çok büyüktür. Kötü bir mahallede yaşamak bir çocuk için kötü bir ailede gelişmekten daha zararlıdır mesela. Çünkü çocuk bir yaştan sonra ailesini dinlemez, o yaştan sonra alacağı her şeyi dışarıdan almaya başlar. Filmdeki Jojo (Roman Griffin Davis) da aynen böyle, ülkedeki müthiş Adolf Hitler fanatikliği ve “bir grubun parçası olmak istediği” için Hitler’e olan aşkı her şeyden büyük. En yakın –hayali– arkadaşı Hitler’ın (Taika Waititi) ona nasıl bir mentör gibi destek olduğunu görüyoruz filmin başında. Film ilerledikçe Hitler da yavaş yavaş değişiyor. Belki de değişmiyor ama bize o yanını filmin başında göstermiyor. Jojo’nun kafasındaki Adolf ve gerçek Hitler’in farkı da bize yine toplumun çocuklar üzerindeki etkisini gösteriyor. Çünkü Jojo, annesi Rosie (Scarlett Johansson) gibi “Özgür bir Almanya” için değil de, lider, güçlü, muzaffer bir Almanya için “savaşıyor.” Ama artık annesinin üzerindeki etkisinden midir, yoksa o çocuk aklıyla bile bir şeyleri idrak etmesinden mi, Jojo’nun hayalindeki Hitler bile zaman geçtikçe gerçek yüzünü gösteriyor. Filmin başında granit patlarken, hayali arkadaşı bile olsa Adolf, Jojo’yu bırakıp kaçıyor, ki gerçek en yakın arkadaşlar asla böyle bir şey yapmaz. Sonra, Jojo, “Sence ben çirkin miyim?” diye sorduğunda Adolf, “Evet.” diye cevap veriyor ve gerçek en yakın arkadaşlar dostlarını dış görünüşlerine göre yargılayıp onlara hakaret etmezler. “Benim imparatorluğum tüm hayvanlarla dolu olacak. Aslanlar, zürafalar, zebralar, gergedanlar, ahtapotlar, gergedan ahtapotları. Hatta güçlü tavşan bile.” İşte, Hitler bile olsan, çok zeki bir çocuğun hayal ürünü olduğun için mantıklı öğütler verebiliyorsun. Jojo, bir tavşanı öldüremedi diye onunla “Tavşan Jojo” diye dalga geçen ergenleri ciddiye almamasını söylerken Adolf, her hayvanın veya metafor olarak insanın, kendi özellikleriyle güçlü olmasından bahsediyor. Aslanların ayrı, zürafaların ayrı güçlü ve zayıf yönleri vardır. Tavşanların tilkileri, aslanlarınsa kurtları alt ettikleri kaç tane hikaye dinledik. Ben şu an durup dururken aklıma gelen üç taneyi söyleyebilirim. Önemli olan dış görünüş değil, içinde taşıdığın yürektir. Ve cesaret, korkmamak demek değil, korkuna rağmen ailen ve milletin için çaba göstermek demektir, tıpkı tavşanların yaptığı gibi. “Çoğu insandan daha fazla ömür yaşamışsın.” “Hiç yaşamadım.” İnsan bazen küçücük hayatında ne kadar çok şey yaşayabiliyor… Daha bugün bir kitapta okudum, ömrün bereketinden bahsediyordu. 100 yaşına gelmiş bir insan, eğer hayatını boş geçirmişse, 15 yaşında hayatını dolu dolu yaşayan birinden daha az yaşamış sayılır diyordu. Ama Elsa (Thomasin McKenzie), hayatı dolu dolu yaşayabilmekten ziyade, çocukluğundan, ailesinden ve hayatından men edilerek hiç yaşamadığını belirtiyor. “Sevgi dünyadaki en güçlü şeydir.” “Dünyadaki en güçlü şeyin metal olduğuna emin olabilirsin. Hemen arkasından da dinamit ve sonra kaslar gelir.” Fiziksel şeylerin güçlülüğüyle manevi şeylerin güçlülüğü kıyaslanamaz. Çünkü bir gün gelir, bir tane bilim adamı, metalden, dinamitten