Ölüm Güzel Şey, Budur Perde Ardından Haber

Ölüm Güzel Şey, Budur Perde Ardından Haber Nemocuuk Aralık 31, 2024 “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Şu iki dizeyi aşamıyorum çok uzun süredir. Dilime takıldı durdu. İşin garip tarafı sadece bu beyite takılmam… Şiire devam edemiyorum. “Peygamber” kelimesinde düğümleniyor boğazım. Bir sözcük daha söylemekten aciz kalıyorum o anda. Bir harf bile ilerleyemiyorum. “Kapı kapı…” diye devam etmekte şiir ama ben devam edememekteyim. Söylediklerimin ağırlığı altında ezilmekle meşgul oluyorum o sıralarda. Ağzımdan çıkanları kulağım da duysun istiyorum. Kulağım da duysun ki zihnime ulaşsınlar. Ne söylediğimin bilincinde olmaya çalışıyorum. İdrak etmek istiyorum bu kelamı. Bütün bu çabalarıma rağmen Farsça’dan dilimize geçmiş olan arkadaşımıza sıra gelince -Peygamber kelimesi olur kendileri- bütün dünya duruyor sanki. Benim, söylediklerimi anlamamı beklermiş gibi… Sanki cümle alem duruyor ve “Hadi!” diyor, “Anla! İdrak et bunları, hayatına hayat kıl. Hiçbir zaman ayrılma onlardan. Ölümün korkulacak bir şey olmadığını adından iyi bil. Ezberleme! Kendinden bir parça haline getir. Sen, o ol. Bırak, o da senin damarlarında dolaşsın, bütünleşsin seninle. İzin ver buna. Ondan kaçma, kabullen. Bak, üsve-i hasene (en güzel örnek anlamında Peygamber Efendimiz (s.a.v) için kullanılan, Kur’an-ı Kerim’de Azhab Suresi 21. Ayette geçen bir söz) ‘bile’ ‘En yüce dosta…’ diyerek ayrılmış bu dünyadan. Bil ki o korktuğun şeyin -eğer “iyi” bir hayat yaşamışsan- korkulacak hiçbir yanı yok. Hiçbir, yanı, yok. Maddenin arkasındaki manayı okuma sevdasını seziyorum kalbinde. Gör; madde, ki ölümdür, bul onun arkasındaki anlamı. Ölüm’ün bir son olmadığını oku. Kabart kulaklarını, o sana seni ademe düşürmeyeceğini söyler. Maddeye kapat gözlerini, kulak kesil onun hal diliyle söylediklerine. Bir köprü olduğunu anlatıyor sana, bir yolculuk… Dünya misafirhanesinde yaptığın yüzlerce yolculuğa benzer bir yolculuk. Gidenlerin geri dön(e)miyor oluşu niye seni bu denli korkutuyor? Onların dönmeyişleri gittikleri yerin çok güzel olduğuna delalet etmez mi? Hatırla, daha sen bu dünyada yok iken küçük bir damla (alak) vesilesiyle gönderildin buraya. O damla senin buraya gelmen için bir sebepti. Korkuyor musun alak’tan? -Korkulacak ne var ki? Buraya gönderiliş yolculuğumdaki birçok “sebep”ten yalnızca birisi o. -Gidiş yolundaki sebeplerden seni korkutan nedir? -Hiç kimse dönmemiş, ya adem varsa? -Efendimiz’in (o bütün alemlere gönderilmiş universal bir peygamberdir) dönüşü ve dönüşüne dair sözleri yetmiyor mu? -… Gözlerini daha sıkı yum, kulaklarına ağırlık ver. Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin kendisini şeb-i aruz (düğün günü) diye isimlendirmesini fısıldar sana. En güzel gün… İddia ettiğinin aksine bir bilinmezlik de yok orada. Sen kendin burada karar veriyorsun nasıl muamele göreceğine. Buradaki yaşantına göre orada neler olacağı az çok belli. Orada ırmak, orada odun ne arar? Irmağı da odunu da sen götürüyorsun buradan. Peki tabii kocaman köşkleri veyahut ırmakları taşımak odun taşımaktan daha meşakkatli. Öyle olmasaydı köşklerin, ırmakların ne değeri kalırdı? Ezbere söyleme bunları, tekrar ediyorum. İdrak et. Kendi benliğin haline getir. ‘Kimsin?’ sorusuna ‘Ben cennetim.’ de, ‘Aynı zamanda da cehennem. Ben hem ölümün ta kendisiyim, hem de doğum diye bilinirim.’ Daha rahat duyabilirsin artık. Ölümün sözlerini tekrar et, çünkü bundan sonra onlar aynı zamanda senin de sözlerin. ‘Burada doğan birisi buraya gelebilmek için başka bir alemde ölür. Burada ölen her varlık da başka bir zamanda veya başka bir alemde doğar. Ben insanım, ki bu benim kul mertebesine çıkabilecek potansiyelde olduğumu gösterir, ben köprüyüm aynı zamanda: yaşam ile ölüm arasında, gençlik ile yaşlılık arasında -şu an dünden daha yaşlı, yarından daha gencim-, en önemlisi de kalpler arasında. Bir kalpten başka bir kalbe kurulan köprüyüm ve daha başka köprüler kurmakla yükümlüyüm. -Neden? -Irmak toplamaya bir yerden başlamam gerekiyor çünkü. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Raf Üzerine Düşünceşler Ayrıntılardaki Hayatın Anlamı Yıldızlar, Kız Kulesi ve Sen

Akıntıya Karışalım 

Akıntıya Karışalım Fatma Sena Bark Aralık 15, 2024 Bakmaktan görmeye geçtim, bu bir uyanıştı adeta. Gözlerimde başka bir ifade vardı. İçerleme değildi bu duygu, o tanıdık bana. Kulaklarım az sağır olmadı feryat figan susuşlarıma. Bu daha bir farklı.  İncelemeye başladım kendimi; göz çukurlarım, kaşlarım… yerli yerindeydim aslında baktığında. Peki ya benim gördüklerim. Aynadaki aksime sirayet edemeyenleri başkaları da görebiliyor muydu? Sanmam. Kişi kendindeki yaraya tanıdıktır. Bu yüzden olsa gerek, sadece yarası yarama denk gelenler fark edebilirdi. Belki.  Hayat bu savurur, eyvallah. İyi de benim köklerim sağlam değil miydi, neydi bu giydiğim kabullenmişlik hırkası? Varsın hazan düşsün toprağıma, yel tütsün ocağımda. Ben tüm çaresizliklerimi bir ‘öyle işte’ye sığdırıp düştüğüm yerden kalkmasını bilirdim. Dudağımın alaycı bir şekilde kalkışı bundandı. Bu tavrım ise kolaylığından değil, borçlu olduğumdandı.   Ben çok borcu olan ve kapattığı her borçla ruhunun deliklerini yama etme gayesi güden gölgesiz bir fidandım. Öyle aykırı, öyle acayip, öyle anlaşılmaz. Böyle gözüküyordum dışarıdan. Ahh beni bir de bana rüzgarın taşıdığı o fısıltılara sorsalardı. İsteyen çabalardı ve mesafeler sadece birer rakamdan ibaretti.  Toprağa da hürmetim vardı, köklerime aşkı işleyen can suyuna da. Ruhuma dokundu bakışlarım. O kabul ediyordu yaşanmışlıkları ve tebessümü hakikiydi. Bu, devam etmek için kâfiydi. Aksındı o zaman, günler de olaylar da insanlar da. Tıpkı su gibi, o akıp yolunu buluyordu. Akıntı ile bir ahenk yakalamak kolay değildi. Batmalar da çıkmalar da bir parçasıydı serüvenin. Nasıl ki gözümün kapanmasına birkaç saniyede bir kırpmasına kızmıyorsam, akıntının üzerimi ıslatmasına da kızamazdım. Kurudu hem. Varlığı güneş gibi açanlar, kuruturdu. Doğanın sanatı buydu.  Gözlerim, yansımanın harelerindeki ısrarlı bakışlarını çekti. Bulmuştu aradığını, aramakla bulunmayanı. Elim musluğu kavradı ve bir ürperdi işlendi kan dolaşımıma. İki avuç dolusu soğuk suyu çarptım yüzüme. Enseme ve saçlarıma.. Bu kadardı.  Doğrulan belim ve ıslanan kirpiklerimin ardındaki hevesli bakışlarım.. Ruhum yine yeni bir yün eğirmişti. Bir başka borç ödeyip yama yapmaya hazırdı. Hiç ödeyemeyeceğim borçlarım vardı ve her gün daha çok borçlandıklarım. Bu yüzden akmak lazımdı, akıntıya karışıp kendi ahengini bulmak lazımdı. Her aynaya bakışımda tekrar tekrar yaşadığım bu olay sıkmazdı canımı. En nihayetinde hürmet ettiklerim canımdandı.. ve insan canını her daim sakınırdı.. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Yıldızlı Düşünceler

Yıldızlı Düşünceler Bilal Uygur Aralık 15, 2024 Geldi yine günün o vakti; insanın kendisiyle baş başa kaldığı, yalnızca kendi sesini duyabildiği an. Kimisi için tamamen yalnızlık, kimisi için de günün en can alıcı zamanı. Karanlığın çökmesiyle birlikte, insanın içine de karanlık çöküyor sanki. Duygular ve hisler fışkırmaya başlıyor. Sanki aydınlık, gün ışığı onlara zarar verirmişçesine… Belki de hayır, kendilerini göstermeye fırsat bulamıyorlar. Gün içinde insan, öyle bir koşuşturmacanın, curcunanın içinde ki, duygulara yer bile kalmıyor. Nihayet karanlık çöküyor, insanlar evlerine çekiliyor ve meydan yıldızlara, aya kalıyor. Ah evet, yıldızlar ve ay… İnsanı, karanlığın ortasında yalnız başına kalmışken, kendini ve duygularını sahneye davet ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki insan, kısa bir süreliğine de olsa, artık bir başına. İşte tam da bu yüzden, bazısı için günün en huzurlu anı. Çünkü artık insanı dinleyecek, ona kulak verecek ve yargılamayacak, ısrarcı olmayacak, sadece gözlerinin içine bakarak yanında olduğunu hissettirecek dinleyicilere sahip. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, kartpostallık bir manzaranın karşısında, insan kendini anlatmaya başlar ister istemez. Böylece insan, karanlığın ve sessizliğin kollarında kendi iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkar. Zihninde biriken düşünceler, gün boyunca üzerine örtülen perdelerden sıyrılıp yavaş yavaş sahneye çıkar. Pişmanlıklar, umutlar, belki de hiç dile gelmeyen hayaller ve korkular… Her biri, gökyüzündeki yıldızlar gibi tek tek görünür hale gelir. Bu an, belki de bir yüzleşmedir insan için. Kendisiyle baş başa kaldığı, kimseye hesap vermek zorunda olmadığı bir mahkeme. Ama bu mahkemede ne savcı ne de hâkim vardır; sadece insanın kendisi ve yıldızlar. Tam da bu noktada, insan, düşüncelerinin ne kadar derin olabileceğini fark eder. Kendi sesini ilk defa duyar gibi olur. Belki bu ses bir uyarıdır, belki bir rehber, belki de sadece bir dost. Bu sessizlik, insana neyi hatırlatır? İçindeki fırtınaları mı, yoksa huzuru mu? Bu sorunun cevabı, karanlıkla kurulan ilişkiye bağlıdır. Çünkü karanlık, sadece bir örtüdür; altında ne olduğunu yalnızca insanın kendi bilebilir. Arkadaşlarınızla paylaşmanız için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Çizim Yapmaya Ne Zaman Başladım? 

Çizim Yapmaya Ne Zaman Başladım? tramvay Aralık 15, 2024 Herkese merhaba! Ben Sümeyra… Çizim yapmaya, birçok kişi gibi ben de çok küçük yaşlarda başladım. Çizime olan ilgilimi ve sevgimi arttıran şeyse ilkokul ikinci sınıfta tanıştığım bir arkadaşımdı. O, gerçekten de çok güzel çizerdi ve hayal gücü son derece geniş bir kızdı. Hiç “Bayan Mallard’ın Maceraları” adlı çizgi dizisini izlemiş miydiniz? İçinde ördek karakterleri bulunuyordu. Hatırlıyorum, arkadaşım bana bu ördek karakterlerini nasıl çizeceğimi gösterip öğretti. Onun bu çizim tarzı çok hoşuma giderdi. Çizgi filmlerden söz açılmışken, ben de her çocuk gibi onları izlemeyi çok severdim. Zamanla, bu ilgim beni onları çizmeye teşvik etmeye başladı. Sevdiğim karakterleri çizmeye çalışırdım fakat o zamanlar bakarak çizme konusunda pek başarılı değildim. Bu nedenle, bilgisayar üzerinde kağıdı koyup karakterleri bu şekilde çizmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Pek farkında değildim ama bu sayede çizim ve boyama konusunda daha da ilerlemeye başlamıştım. Yıllar yılları kovaladı, çizim yapmaktan vazgeçmedim. Portre çizerken bazı zorluklarla karşılaşıyordum. Pek beceremezdim– hala da tam yapabildiğim söylenemez. Lakin yaklaşık altı yıl önce bir müzik grubuna ilgi duymaya başladım. Sosyal medya platformlarında, bu grubun hayranları tarafından yapılan fan sanatları beni büyüledi; portreler, karikatürler ve benzeri çalışmalar… Kendi yeteneğimi keşfetmek ve diğer sanatçılar gibi bu grubu çizmek istedim. İlk başta çizgi film tarzı kullanıyordum, ardından portre denemelerine yönelmeye başladım. İlk başlarda pek başarılı olamadım, ancak zamanla yarı gerçekçi portreleri çizmeye başladım. Boyama konusunda da izlediğim videolar sayesinde sulu boya yeteneklerimi geliştirdim. Bu süreçte çizimlerim ilgi görmeye başladı ve kendi tarzımı oluşturmaya başladım. Bazen zorlandığım olmadı değil, hata yapmak kaçınılmaz oldu. Ancak ilginç bir şekilde bazen bu hatalar sonucunda ortaya çıkan resmin beklediğimden farklı ama son derece hoş bir şekilde dönüştüğü anlar da oldu. Bu nedenle, resim yaparken, yaratıcılığınızı ve çabanızı korumanın önemli olduğuna inanıyorum. Başladığınız işi tamamlamak, bazen sürprizlerle dolu olabilir ve sonuç sizi tatmin edebilir. Evet, her şey tabii ki bunlarla sınırlı değil ama sanırım söyleyebileceklerim şimdilik bu kadar. Çizim yapmak isteyenlere tavsiyem, sürekli vazgeçmeden denemeniz olacaktır. Resim yapma becerisi pratiklik ister ve sonuçlarını da zamanla gösterir. İlerlediğinizi gördüğünüzde de çok mutlu olacağınıza inanıyorum.  Buraya kadar bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ediyorum, kendinize çok iyi bakın! Sevgilerle… Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan