Şubat Kütüphanesi

Marslı (The Martian)

Andy Weir

“Hayatta küçük şeylerle mutlu olmayı bileceksin…”

Özet

Mars’a uzay operasyonuna giden bir grup astronot, istemeden ekiplerinden birini Mars’ta bırakırlar. Mühendis ve botanikçi olan Watney, umudu ve her şeye pozitif bakabilmesiyle bu durumu atlatmaya çalışır. Elindeki yiyecekler kısıtlı ve yaşamak için yeterli imkanı yokken her şeyi kendisi planlayıp inşa eder. Ama tam bir şeyi başarmışken başka bir şey ters gitmeye başlar. Geri dönebilmek için beklemesi gerekmektedir. Botanik ve mühendislik alanlarındaki yetenekleri ve bilgileri sayesinde karşılaştığı sorunlara dair çözümler bulmasında ona yardımcı olmaktadır.
Ama karşısına çıkan sorunlar kitabın sonuna olan merakı daha da arttırır. Watney, Dünya’ya geri dönebilecek mi, yoksa Mars’ta ilklere imza atan bu astronot, Mars’ta son nefesini veren ilk insan mı olacak?

İnceleme

Bilim, komedi, macera, gerilim ve daha bir çok şeyin buluştuğu bu kitabı daha ilk okumaya başladığım anda çok sevmiştim. Çok fazla teknik bilgiler kullanıldığı için bazen beynim yansa da, astronotların, mühendislerin ve botanikçilerin bilebileceği komplike konuları normal bir insanın anlayabileceği şekilde basitleştirerek yazmaları çok hoşuma gitmişti. Her bölümü ayrı bir heyecanla doluydu. Sonunda herşey yoluna girdi dediğim anda başka bir şey oluyordu. Ana karakterin her durumda espri yapabilmesi de kitabı daha eğlenceli ve sürükleyici hale getiriyordu. Dünyaya dönebilecek mi yoksa hep Mars’ta mı kalacak, bu sefer her şey yolunda gidecek mi, acaba bunun altından nasıl kalkacak diye düşüne düşüne bitirdim kitabı. Bilim kurgu seven herkese kesinlikle öneririm.

“Fırtınanın içine mi giriyorum yoksa fırtınadan uzaklaşıyor muyum, anlayamıyorum.”

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Barış Bıçakçı

“Yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. Bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümü değil yaşayan bir insan bağlar.”

Özet

İki yakın arkadaşın aynı kadına âşık olması ve kahvaltıda peynirin üzerine reçel sürebilme iştahı. Ender, Çetin ve Nihal’in Ankara ayazında geçen hikayesi. Bir de Fikret var. O da Ender ve Çetin’in liseden arkadaşı. Ailesini bir trafik kazasında kaybeden Fikret, cenaze işlemlerinden sonra yurt dışına dönmek zorunda kalır. Ama kız kardeşi Nihal üniversite okuduğu için onu yanına alamaz. Ve kardeşini eski arkadaşları Ender ve Çetin’e emanet edip Amerika’ya gider. Hikayemiz böyle başlar.

İnceleme

Barış Bıçakçı’nın kalemiyle ilk kez tanıştım bu kitapta ama son olmayacağı kesin. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, adının da vadettiği gibi derin bir boşluk, incelikli bir dostluk ve sessiz ama yakıcı bir aşk haliyle sardı beni. Yazar, Ender ve Çetin karakterlerini idealize ediyor belki ama bunu, göze batmayan bir sadelikle yapıyor. Onlar kükremeyen, hükmetmeyen, sömürmeyen karakterler. Sadece varlar. Sevgiyi yönlendirmek, şekillendirmek ya da sahiplenmek yerine, koruyarak yaşatmayı seçiyorlar. Bu da insana “şefkatin bir adım ötesi aşk mı?” sorusunu düşündürüyor. Belki de yaşadıkları şey tam olarak bu: incelikli, sessiz, karşılıksız ama derin bir bağlılık.

En çok da “sorumluluk” duygusu kalıyor akılda. Eve konan o güzelliğe – Nihal’e – duydukları özen, hayatlarına bir sarkıntılık değil, bir dikkat hâli olarak yerleşiyor. Bu sevgi hali, ucuz aşklardan, gürültülü tutkuların şiddetinden uzak. Belki de bu yüzden onların masum ve ‘büyümeyen’ dünyalarına ihtiyaç duyuyoruz hep. Belki de bu yüzden insanlar onlara “acayip” diyor. Ender’in kitaplara olan yakınlığı, Çetin’in içsel kırılganlığı ve Nihal’in ağır geçmişiyle yüzleşmesi… Hepsi bir araya gelince, hikâye sıcak bir aile gibi sarıyor insanı. Ama aynı zamanda içinde bir yalnızlık, bir eksiklik, bir “hiç tamamlanamayacak bir şey” hissi hep baki kalıyor. Bizim Büyük Çaresizliğimiz, artık benim de büyük yalnızlıklarımdan biri oldu. Ve ne mutlu ki edebiyat böyle güzel yalnızlıklarla bizi buluşturuyor.

“benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin

kalbimi de istediklerini sanıyordum; hâlâ öyle!”

Aşk

Elif Şafak

“Yeni kaybettiğin kişiyi manevi gözle bakınca her yerde görmeye başlarsın. Denize düşen katrede, dolunayla hareketlenen medcezirde, esen her esintide ona rastlarsın. Kuma çizili remilde, güneşte parlayan kristal tanesinde, yeni doğmuş bebeğin tebessümünde, bileğinde atan nabzında onu seyredersin. Her yerde, her şeyde onu görürken nasıl derim ki Şems gitti?”

Özet

Elif Şafak’ın Aşk romanı, geçmiş ve günümüz arasında köprü kurarak aşkın dönüştürücü gücünü anlatan bir eserdir. Kitap, 13. yüzyılda Mevlana Celaleddin Rumi ile Şems-i Tebrizi’nin dostluğunu ve manevi yolculuğunu ele alırken, günümüz Amerika’sında yaşayan Ella Rubinstein’ın hayatına da odaklanır. Bir yayınevi için Aşk Şeriatı adlı kitabı inceleyen Ella, bu eser aracılığıyla kendi hayatını sorgulamaya başlar. Roman, tasavvufi aşkın insan ruhunda yarattığı değişimi, aşkın sınırları aşan gücünü ve ruhsal keşfin önemini işler. Elif Şafak, farklı zaman dilimlerinde geçen iki hikâyeyi ustalıkla birleştirerek, okuyucuya aşkın sadece romantik bir duygu değil, aynı zamanda insanın kaderini tekrar yazan bir yolculuk olduğunu hatırlatır.

İnceleme

Herkesin aşk hakkında anlatacak farklı bir hikayesi vardır ve Aşk romanında Elif Şafak, yalnızca bir değil, birden fazla aşk hikayesini tek bir dokuda ustaca birleştiriyor—sevgiliye duyulan aşk, bir dosta duyulan aşk ve dünyaya duyulan aşk. Adım adım Aşkın Kırk Kuralı boyunca bizi yönlendirirken, okuyucunun savunma mekanizmalarını ve kırılganlıklarını katman katman soyarak, sonunda bizi kendi kalbimizle yüzleşmeye davet ediyor. Ancak Şafak’ı, Şems ve Mevlana’nın hikayesini tarihsel olarak doğru bir şekilde aktaran bir yazar olarak görmek hata olur. Roman, türüne sadık kalarak—kurgu öğelerini benimseyerek—mistik deneyimler ve gerçek hayattaki figürlerin dramatize edilmiş anlatımlarını içeriyor. Rumi ve Şems’in hayatlarına dair gerçeğe dayalı bir anlatım arayanlar için bu kitabı önermekte tereddüt ederim; çünkü sürükleyici kurgusu, tarihsel gerçeklik hissi yaratabilir. Ancak tarih ile kurguyu ayırt edebilen okuyucular için, bu alanda daha iyi bir romanla henüz karşılaşmadım. Şafak’ın kelimeleri tüm dünyada yankı buldu. Şiirsel dili, canlı betimlemeleri, ustaca hikâye anlatımı ve derin karakter inşası okuyucuyu anında içine çekiyor. Sufi felsefesinden ilham alan yazar, her okuyucunun içinde aşkı, merhameti, açık fikirliliği, tevazuyu ve içsel sorgulamayı uyandıran bir roman ortaya koyuyor.

“Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.”Aman sakın kendini” diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin!”

Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!”

Arkadaşlarınızla paylaşmak için...​

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir