The Last Samurai (Son Samuray)
Filmin Genel Tanıtımı 2003 yapımlı Son Samuray (The Last Samurai) filmi, aldığı birçok övgü ve kazandığı ödüller sayesinde, yıllar içinde drama ve aksiyon kategorilerinde ön sıralarda yer almaya hak kazanmış bir yapımdır. Takriben, dört yüz elli yedi milyon dolar kazanç elde eden bu film; oyuncuları, senaristi ve yönetmeni için ayrı ayrı övgüye layık görülmüştür. Filmin başrollerinde Tom Cruise, Ken Watanabe ve Timothy Spall’un yer alırken, AFI tarafından yılın filmi ödülünü kazanmıştır. Aynı zamanda Japon Akademi Ödüllerinde en iyi yabancı film ödülünü almıştır. Seyirci tarafından da oldukça beğenilen bu yapım IMDb’de 10 üzerinden 7.8 gibi yüksek bir değerlendirme puanına ulaşmıştır. Başrolünde Tom Cruise’un oynadığı “Jack Reacher: Never Go Back” (Asla Geri Dönme) ve “Blood Diamond” (Kanlı Elmas) gibi bazı kaliteli yapımların da yönetmenliğini üstlenen Edward Zwick, diğer filmlerinde olduğu gibi Son Samuray filminde de seyircilere hem keyifli hem de düşündürücü bir yapıma imza atmıştır. FİLMİN KONUSU Son Samuray, 1876 ve 1878 yılları arasında, Japonya’nın Meiji Restorasyon (Japon modernleşmesi) döneminde geçmektedir. Bu dönem, Japonya’nın hızla modernleştiği, tabiri caizse Batı Kültürünü ve kaynaklarını kucakladığı yıllar olarak bilinmektedir. Tom Cruise’un canlandırdığı Nathan Algren filmin başında alkolik ve depresif bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncesinde Amerikan ordusunda yüzbaşı olan Nathan, istemeyerek de olsa komutanlarının emrine tabi olarak, Kızılderililerin kaldığı bir köye emrindeki birlik ile baskın yapar ve daha sonrasında yaptıklarından pişmanlık duyarak askerliği bırakır. Köyü yağmalama emrini veren komutanlardan biri, Nathan’ın askerliği bırakmasından aylar sonra karşısına büyük bir teklifle çıkar. Modernleşmeye çalışan Japonya, sürekli isyan çıkaran Samuraylara karşı askerlerini eğiten, gelişmiş dünyanın silahlarına hakim olan birini ararken, eski yüzbaşı Nathan ile karşılaşır. Kızılderililerin katliamına sebep olan komutanla Nathan arasında gerginlik olmasına rağmen Nathan bu büyük teklifi kabul eder. Japonya’ya gelindiğinde Nathan’ın askerlerinin, aslında hayatlarında hiç tüfek kullanmadıklarını ve tarımcılıkta daha başarılı olduklarını öğrensek de, aradan çok bir süre geçmeden Samuraylara karşı savaşmak zorunda kalırlar. Nathan, askerlerin hazır olmadıklarını söylese de komutanlarına söz dinletemez ve Nathan’ın askerleri Samuraylarla karşı karşıya gelirler. Daha önce hiçbir savaş tecrübesi olmayan ve aralarında hâla Samuraylara büyük saygı duyan askerler, Japonlara yenik düşerler. Savaşın sonunda beş Samurayın arasında kalan Nathan, elindeki bayrakla sergilediği savunmayla önemli bir Samurayı öldürür. Samurayların liderliğini yapan Katsumoto’nun dikkatini çekmeyi başarır ve Katsumoto, Nathan’ı öldürmek yerine onu tutsak almayı tercih eder. Böylelikle tek esir olarak Samurayların köyüne götürülür. Prodüksiyon Çekimler, Japon oyuncular ve bir Amerikan yapım ekibiyle Yeni Zelanda’da, çoğunlukla Taranaki bölgesinde gerçekleştirildi. Bu konum, Egmont/Taranaki Dağı’nın Fuji Dağı’na benzemesi ve ayrıca Taranaki bölgesinde çok sayıda orman ve tarım arazisinin bulunması nedeniyle seçilmiştir. Toplamda on üç çekim yeri vardı. Birkaç köy sahnesi Burbank, California’daki Warner Bros Studios’un arka bahçesinde çekildi. Sahnelerin bazıları da, Japonya, Kyoto ve Himeji’de çekildi. CBS News ile yapılan bir röportajda Zwick, filmin çekimleri hakkında çok önemli bir noktaya değiniyor. “Bu filmi çekmek ne kadar sürdü?” sorusuna, “Üç kıtada çekim yaptık ve yüz on yedi gün sürdü” diyor. “Bu gerçekten birçok filmin iki katı uzunluğunda.” Müzik The Last Samurai (Son Samuray): Orjinal Film Puanı 25 Kasım 2003’te Warner Sunset Records tarafından yayınlandı. Filmin albümündeki tüm müzikler, Hans Zimmer tarafından bestelendi, düzenlendi ve üretildi. Albüm “Hollywood Studio Symphony” tarafından hazırlandı ve Blake Neely tarafından yönetildi. ABD En İyi Film Müzikleri listesinde yirmi dördüncü numaraya kadar yükseldi.
Müzik Nedir?
MÜZİK NEDİR? Müzik hakkında tarihsel süreç içerisinde çeşitli tanımlar yapılmıştır. Yapılan bu tanımların ortak noktası, müziğin insanların yaşadıkları duygusal durumları ifade etmelerinde kullandıkları bir iletişim aracı olduğu yönündedir. Müzik, kimi zaman duygularımızı ifade etmek, kimi zamansa günün bütün yoğunluğundan ve stresinden bir nebze olsa uzaklaşabilmek ve rahatlamak için neredeyse hepimizin başvurduğu bir ihtiyaca dönüşmüştür denebilir. İnsanlık olarak bizler; ırk, kültür, dil ve ya din fark etmeksizin, dünyanın her coğrafyasında birbirimizden habersiz müzik üretebilmiş ve çeşitli müzik enstrüman ve aletlerini icat edebilmişizdir. Varlığının ilk anlarından beri insan, sonsuz bir müzik içerisinde olan kâinat ile sürekli temas halinde olmuştur. İnsan, doğanın ortaya çıkardığı gök gürültüsüne, rüzgârın etkisiyle sallanan ağaçların çıkardığı seslerden ilk zamanlar korku ve kuşku ile yaklaşmış ve bu durumlara zamanla çeşitli anlamlar yüklemeye başlamıştır. Sonrasında insanoğlunun üzüntülü ve sevinçli günlerinde, esen rüzgârın sazlıklara ve kamışlara çarparak çıkardığı sesleri taklit ederek ilk müzikal ifadeleri kullandıkları tahmin edilmektedir. İLK MÜZİK ALETLERİ İnsanoğlunun; çeşitli taş ve ağaçlardan oluşturdukları aletleri yere vurarak çıkardığı seslerle, onları ürküten vahşi hayvan ve doğa olaylarına karşı kendilerini korumaya çalıştıkları bilinmektedir. Ayrıca yabani hayvanlara karşı yaptıkları ok ve yay gibi aletler ile ilk telli enstrümanları buldukları tahmin edilmektedir. İnsanlığın evrensel bir değeri olarak nitelendirebileceğimiz müziğin, tarihteki en eski izlerinin milattan önce en az 40.000’lere kadar dayanmış olduğu tahmin edilen ilkel kemik flütlerle başladığı düşünülmektedir. Her ne kadar en eski müzik aleti insan sesi olsa da, konu insanlar tarafından icat edilen en eski müzik aletine geldiğinde cevabımız, Almanya’nın güneyinde bulunan mağaralarda bulunan ve ilk yapay enstrüman olarak kayıtlara geçen akbaba kemiğinden yapılmış flütler olacaktır. İnsanlığın müzik aleti alanında bilinen en ilkel icadı olarak bu alanda bir kilometre taşı konumunu almıştır. Bu tarihten itibaren kayıtlarda keşfedilmiş bir çok ilkel müzik aletleri ise tarihin tozlu sayfalarında kendi gelişimlerini sağlayarak farklı kültürlerde yoğurulduktan sonra günümüzdeki modern hallerini almışlardır. İlk başlarda daha çok vurmalı, nefesli, ve telli çalgılar gibi sesin kontrol edilebildiği sistematik konsept fikirleri gibi gözüken bu ilkel müzik enstrümanları, zaman içerisinde medeniyetler tarafından el değiştirdikçe farklı formlara bürünmüş, çeşitlilik ve komplikasyon ile harmanlanıp bambaşka ses, ton ve türlere evrimleşmişlerdir. Bronz Çağından günümüze kadar hayatta kalabilmiş, dünyanın bilinen en eski şarkısı ise bir Hürri İlahisidir. Hürriler milattan önce 14. yüzyıllarda Anadolu’nun Suriye ve Kuzey Mezopotamya sınırındaki bölgede yaşamış bir medeniyettir. Tam 3400 yaşındaki bu ilahi, 1950’li yılların başında Ugarit şehrinde bulunmuştur. California Üniversitesi profesörü ve Berkeley Antropoloji Müzesi’nin küratörü Anne Draffkorn Kılmer bu tabletleri çözmek için 15 yıl çalışmalarını sürdürmüştür.