Yıldızlar, Kız Kulesi ve Sen

Yıldızlar, Kız kulesi ve Sen Eflatun Haziran 27, 2025 Ve ah! Yıldızlar… Bir gece gözü onlara takılır insanın. Apaçık bir gökyüzünde, apaçık bir zihinle, apaçık bir zihne… Sonra “Neden?” diye sorar insan. Neden sorar, bilinmez. Neyden gelir insan, neye gider. Ney. Hu. Ama yıldızlar? Hu. Göz kırparlar billur perdeden. O billur perde ki uçsuz ve bucaksız… O perde ki… O ki… Göz kırpar her biri binlerce yıllık mazinin habercisi. Senelerce öteden gelen haber… Çık da bak! Dinle! Ne anlatır bize o ateşböcekleri? Ah o yerdeki yıldızlar, bize ne anlatır? Yerdeki yıldızlar… Bir filmde görmüştüm bunu. Çocukları anlatan bir filmde. Güzel bir filmdi. Güzel.  Ve sonra ben seni gördüm semada. O asırlık habercilerin arasında, parıl parıl parlayan o gözlerin… Ay sönük kalıyordu senin yanında. Gökyüzü ahalisi, birbirlerine seni anlatıyorlardı eminim. Güneşin doğmasına gerek kalmamıştı artık. Sen, bir güneş gibi doğmuştun gönlüme. Dünya hayat bulmuştu yeniden. Samanyolunun kızlarına seni anlattım o gece durmadan, yorulmadan. Her biri seni kıskandı, simanı kıskandı. Arz ahalisini geçtin, arş ahalisinin dilindesin yıllardır. O kadar güzel anlatıyorum ki seni, o kadar güzel seni anlatıyorum ki… Gecenin soğuğu üşütmüyor artık beni. Yüreğimdeki kor, yüreğimdeki kar. Yüreğimdeki nur. Yüreğimdeki nâr. Ben, yandım. Ben yanıyorum ve ben yanmaya devam edeceğim. Başka söze ne hacet? Ah bu satırları okumanı isterdim. Ben de yıldızlara anlattım derdimi. Onlar dinler beni. Kadim dostumdur benim yıldızlar. Sen yokken vardı, sen yokken var olacak. Ama yıldızların arasındaki yerini dolduramaz ya kimse… Olsun. Sen gittiğinde, sana nispet boş kalsın tahtın. Kimseler oturmasın, kimseler oturamasın.  Biliyorsun. O kadar çok şey anlatabilirim. Ama ne anlatabilirim ki sana? Yıldızlardan devam, yıldızlara devam.  Hani bir fotoğrafın vardı; kız kulesinin önünde, gözlerimin içine gülen… Hani kız kulesi senin yanında çok önemsizleşmişti… Böyleleri bize haset ettiğindendir bu hale gelişimiz belki. Ya başka ne olacak? Tarihe not düşüyorum: Kız kulesini imrendirdi bir kız. Hoş kız kulesinden başkasını gözü görmez Galata’nın. Hoş senden başkasını da görmez benim gözüm. Ama anlıyorum onu, seni kıskanmamak elde mi? Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Ekim Kütüphanesi Simyacı Rüzgar

Ölüm Güzel Şey, Budur Perde Ardından Haber

Ölüm Güzel Şey, Budur Perde Ardından Haber Nemocuuk Aralık 31, 2024 “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” Şu iki dizeyi aşamıyorum çok uzun süredir. Dilime takıldı durdu. İşin garip tarafı sadece bu beyite takılmam… Şiire devam edemiyorum. “Peygamber” kelimesinde düğümleniyor boğazım. Bir sözcük daha söylemekten aciz kalıyorum o anda. Bir harf bile ilerleyemiyorum. “Kapı kapı…” diye devam etmekte şiir ama ben devam edememekteyim. Söylediklerimin ağırlığı altında ezilmekle meşgul oluyorum o sıralarda. Ağzımdan çıkanları kulağım da duysun istiyorum. Kulağım da duysun ki zihnime ulaşsınlar. Ne söylediğimin bilincinde olmaya çalışıyorum. İdrak etmek istiyorum bu kelamı. Bütün bu çabalarıma rağmen Farsça’dan dilimize geçmiş olan arkadaşımıza sıra gelince -Peygamber kelimesi olur kendileri- bütün dünya duruyor sanki. Benim, söylediklerimi anlamamı beklermiş gibi… Sanki cümle alem duruyor ve “Hadi!” diyor, “Anla! İdrak et bunları, hayatına hayat kıl. Hiçbir zaman ayrılma onlardan. Ölümün korkulacak bir şey olmadığını adından iyi bil. Ezberleme! Kendinden bir parça haline getir. Sen, o ol. Bırak, o da senin damarlarında dolaşsın, bütünleşsin seninle. İzin ver buna. Ondan kaçma, kabullen. Bak, üsve-i hasene (en güzel örnek anlamında Peygamber Efendimiz (s.a.v) için kullanılan, Kur’an-ı Kerim’de Azhab Suresi 21. Ayette geçen bir söz) ‘bile’ ‘En yüce dosta…’ diyerek ayrılmış bu dünyadan. Bil ki o korktuğun şeyin -eğer “iyi” bir hayat yaşamışsan- korkulacak hiçbir yanı yok. Hiçbir, yanı, yok. Maddenin arkasındaki manayı okuma sevdasını seziyorum kalbinde. Gör; madde, ki ölümdür, bul onun arkasındaki anlamı. Ölüm’ün bir son olmadığını oku. Kabart kulaklarını, o sana seni ademe düşürmeyeceğini söyler. Maddeye kapat gözlerini, kulak kesil onun hal diliyle söylediklerine. Bir köprü olduğunu anlatıyor sana, bir yolculuk… Dünya misafirhanesinde yaptığın yüzlerce yolculuğa benzer bir yolculuk. Gidenlerin geri dön(e)miyor oluşu niye seni bu denli korkutuyor? Onların dönmeyişleri gittikleri yerin çok güzel olduğuna delalet etmez mi? Hatırla, daha sen bu dünyada yok iken küçük bir damla (alak) vesilesiyle gönderildin buraya. O damla senin buraya gelmen için bir sebepti. Korkuyor musun alak’tan? -Korkulacak ne var ki? Buraya gönderiliş yolculuğumdaki birçok “sebep”ten yalnızca birisi o. -Gidiş yolundaki sebeplerden seni korkutan nedir? -Hiç kimse dönmemiş, ya adem varsa? -Efendimiz’in (o bütün alemlere gönderilmiş universal bir peygamberdir) dönüşü ve dönüşüne dair sözleri yetmiyor mu? -… Gözlerini daha sıkı yum, kulaklarına ağırlık ver. Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin kendisini şeb-i aruz (düğün günü) diye isimlendirmesini fısıldar sana. En güzel gün… İddia ettiğinin aksine bir bilinmezlik de yok orada. Sen kendin burada karar veriyorsun nasıl muamele göreceğine. Buradaki yaşantına göre orada neler olacağı az çok belli. Orada ırmak, orada odun ne arar? Irmağı da odunu da sen götürüyorsun buradan. Peki tabii kocaman köşkleri veyahut ırmakları taşımak odun taşımaktan daha meşakkatli. Öyle olmasaydı köşklerin, ırmakların ne değeri kalırdı? Ezbere söyleme bunları, tekrar ediyorum. İdrak et. Kendi benliğin haline getir. ‘Kimsin?’ sorusuna ‘Ben cennetim.’ de, ‘Aynı zamanda da cehennem. Ben hem ölümün ta kendisiyim, hem de doğum diye bilinirim.’ Daha rahat duyabilirsin artık. Ölümün sözlerini tekrar et, çünkü bundan sonra onlar aynı zamanda senin de sözlerin. ‘Burada doğan birisi buraya gelebilmek için başka bir alemde ölür. Burada ölen her varlık da başka bir zamanda veya başka bir alemde doğar. Ben insanım, ki bu benim kul mertebesine çıkabilecek potansiyelde olduğumu gösterir, ben köprüyüm aynı zamanda: yaşam ile ölüm arasında, gençlik ile yaşlılık arasında -şu an dünden daha yaşlı, yarından daha gencim-, en önemlisi de kalpler arasında. Bir kalpten başka bir kalbe kurulan köprüyüm ve daha başka köprüler kurmakla yükümlüyüm. -Neden? -Irmak toplamaya bir yerden başlamam gerekiyor çünkü. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Yağmur’a Ağıt

Yağmur’a Ağıt Nemocuuk Kasım 15, 2024 Vareden’in adıyla insanlığa inen nur, Bir gece yansıyınca kente sibir dağındanToprağı kirlerinden arındırır bir yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından.Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayatEn müstesna doğuşa hamiledir kainat.” Gönlüme yağan yağmurdan Haberin var mı sevgili?Kim bilirdiRuhumun bulutlarınınAğlamaya başlayacağını? Sen bilirdin, değil mi?Sen, Bilir miydin sevgili? Yağmurlar var gönlümde. Dışarıya yağmur yağıyor. Ben, Yağmurdan hoşlanmıyorum sevgili. Gel, dindir yağmurlarımı. Bildir bulutlara gelişini. Bulutlar utansın Sen varken Yeryüzünü ıslatmaya. Şemsiye ol bana, Nefretin yağmurundan koru beni. Çatım ol, Yağmurlar ulaşmasın bizlere. Evim ol, Sırılsıklam yapan tek şey beni, Aşkın olsun. Gelirsen bana, Gelmezsen sana aşk olsun. Gel, ey yağmurları dindiren; Aşk olsun! Sen gel sevgili, Açılmazsa yollar utansın. Sen çık yola, Yolunu keserse Eşkıyalar utansın. Uç, aç kanatlarını, İzin vermezse rüzgar utansın, Seni ıslatırsa Yağmur utansın.  Yağmur, utansın.  Dışarıya yağmur yağıyor sevgili. Benim sana en çok ihtiyaç duyduğum an, İşte tam bu an. Ben yağmuru sevmem sevgili. Gel yağmurda ıslanalım der misin? Deme. Dışarıda insanlar, hayvanlar ıslanırken Ben nasıl mutlu olabilirim sevgili? Nasıl sevebilirim yağmuru? Sen gel, Yağ gönlüme sevgili. Senin ıslattığın herkesin Huzurla dolsun içi, İnşirah bulsun kalbi. Sen öyle gel, öyle ıslat beni. Sen, ıslat beni. Kimsecikler üşümesin senin yağmurunda. Herkes dilden dile anlatsın Gönlüme nasıl yağdığını. Cümle alem bilsin Yağmurlarınla sırılsıklam olduğumu. Yağacaksan sen yağ sevgili. Yağacaksan, sen yağ. Dışarıya yağmur yağıyor. Ben, ruhumun askılıklarına takılmış bir haldeyim. Ruhumun aksiliklerine… Kara bulutlar yalnızca Benim göğümü kaplıyor. Yağmur her yere yağıyor lakin Ben karanlıklar içerisindeyim sadece. Beni sensizlik bu hale getirdi sevgili. Senin ışığın olmadıkça Bütün dünya bana karanlık sevgili. Senin nurunu görmüşken ben, Binler güneş olsa Bana yeter mi sevgili? Gözlerim kör, Gözlerim kör senden başkasına sevgili. Kimsecikler yetmiyor, Senden başka, Sonsuzluğa alışkın şu ruhuma. Gökyüzü yetmiyor bana sevgili, Çırpınıyorum Gökyüzünün ötesini görmek için. Deniz yetmiyor bana sevgili, Biliyorum Onun da bittiğini, Biteceğini.Ruhuma sen lazımsın sevgili, Bana sen lazımsın.İnsanların “Su, su!” diye inlediği şu çölde Sudan geçtim ben. Dilime darılırım “Sen!”den başka bir şey Söylerse sevgili. Seraplarımda sen varsın sevgili. Etrafım çamur, Sana koşamıyorum. Sen gelsen sevgili; Çamur çamur oluşuna utanır, Senden hariç yağan her pis yağmur Gökyüzünü ıslatışına utanır, Güneş varlığından utanır, Yıldızlar bir bir silinip gider Gökyüzünden, Ay seni görünce aşkından -aşkımdan- Ortadan ikiye Şak diye yarılır da İki parça olur. Ay iki parça olur sevgili, Gönlüm paramparça… Ben gelemem sevgili; Ayaklarımı kirletir etrafımdaki çamur Ve ben huzuruna O şekilde çıkmaktan Haya ederim, Utanırım sevgili. Yağan yağmur, Dünyayı çamura buladığına utanmıyor; Ben çamurlu bir dünyada yaşadığıma Utanıyorum sevgili. Çamura bulanmış ruhum, Kapkara ellerim-ayaklarım. Kalbim, sevgili, kalbim… Senin sarayına siyah yakışmaz sevgili. Matemli bene yakışır siyah. Senin terk-i dünyandan beri Yaslardayım sevgili. Sana layık olmayan kalbimin siyahı, Libasıma yansıdı sevgili. Sen gel sevgili; Siyah, renklerden oluşuna utansın. “Işıksızlık” dedikleri siyah için; Sen gelsen sevgili, Işıksız bir yer kalmaz kâinatta. Sen gelsen sevgili, Siyahlar parlar alacakaranlıkta. Sen gelsen sevgili, Sen gelsen… Hasret, sevgili, ah hasret! Vuslat, sevgili, ah vuslat! Gönlümün pınarları yetmez mi dünyaya, Gönlünün pınarları yeter. Sensiz bir yağmura ne hacet? Aşkım fışkırırken şu toprağa, Aşkın fışkırırken… Bütün ırmaklarda sen dolaş sevgili, Bütün balıkları sen besle. Gel, o mübarek -Uğruna başlar feda, Uğruna canlar feda- Ellerinle Susuzluğumuzu sen gider sevgili. Bir kırba su bulunur elbet, Beş kıtayı beş parmağına böl, Şehadet parmağını şu kuluna ihsan et sevgili. O kırbayı ben gözyaşlarımla doldurayım, Küre-i arz senin için akan gözyaşlarıyla Taşsın sevgili.  Sen yağsan aslında, Bilirim ki herkes bayram eder. Çiçekler daha bir canlı açar kırlarda, Böcekler daha bir heyecanla uçuşur Yağmurun altında, Hayat daha bir aşkla devam eder koşuşturmasına, Kalem daha bir şevkle koşturur yazmaya. Sen ıslatsan aslında tüm dünyayı, Parıl parıl olur her yer ve herkes. Kara gözler ışığınla kamaşır, Kör gözler nuruna açılır. Ah sevgilim, bir gelsen… Ruhum sana hayran, Ruhum sana muhtaç… Seni bekleyişimdendir Yağmuru sevmeyişim ey sevgili, Senden gayrı Yağmuru bile istemeyişim. Rahmet, Ey alemlere rahmet olan, Ancak alemlere rahmet olarak gönderilen; Rahmet ol bana, Rahmet vesilesi ol, Merhamet ol bana sevgili. Liva-ül Hamd sancağı altında, Sana vaat edilen Makam-ı Mahmud’da… Sen gel, söz veriyorum Islanmak için dışarı koşanların İlklerinden olacağım Elimden geldiğince. Yeter ki sen gel… Yağmur duasındayım, Üstümde yağmurluk, Ellerim toprağa çevrili… Yanımda amcan yok diye Gelmeyecek misin? Amcan kalbimde, Sen kalbimde, Yetmez misin? Yetsen gönlüme, “Yettim!” desen, “Kurumuş topraklara geldim; Yağmur bekleyen, Alev alev yanan coğrafyalara…” Senden başka hiçbir yağmur, Söndüremez yangınımı; Kapkara bulutlara, Kapkaranlık bulutlar ekmeye devam eder. Yağmur diniyor yavaş yavaş Yağmur’um…  Bir sonraki yağmurda Yağman ümidiyle… Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Documento Sem Nome

Documento Sem Nome Nemocuuk Temmuz 15, 2023 “O ceviz dalları, o asma, o dutGül gül, mektup mektup büyüyen umutYangından yangına arta kalmış tutMuhabbet sürermiş bir rüzgar kadar” Geldi. Geldi ve geçti. Pencereleri döven bir rüzgar kaldı. Ondan geriye saymanın çaresizliğini yaşıyordum ben dört duvar arasında. Korkuyordum. Hissedebildiğim tek duyguydu korku. Dışarıda bir uğultu, uğultusu siniri korkum kadar çok olan rüzgarın. Ne ara bu hale geldik eski dostum? Masumca kırlarda dolaşırken başımı okşadığın günler ne kadar geride kaldı? Yıllar yılı dost bildiğim aynalar bana küseli kaç vakit geçti? Şimdi bakıyorum aynaya; ayna titriyor, ben titriyorum; ben titriyorum, ayna titriyor. Zangır zangır. Bir uçurtma takılıyor gözüme. Gerçek mi yoksa hayal mi kestiremiyorum. Umutlarımı kuyruk yapıyorum o uçurtmaya. Ah eski dostum, çocukların maskarası haline mi gelecektin sen bunca yıl sonra? Sana karşı gelerek yükselen bir varlık ama sensiz yükselemeyen… Sana muhalefeti yükseltiyor, onu ikametgahın bulutlara. Bu, geceyle gündüzün birbirine muhalefeti gibi değil. Gece ile gündüz var olabilmek için birbirlerine muhtaçlar. Sen var olabilmek için umutlara muhtaç mısın dostum? Dört duvar arasında, korkuyorum. Sakinleşsen ya eski dostum. Azıcık sakinleşsen… Anlıyorum seni, anlayabiliyorum. Sinirlisin insanlara, insanlığa. Bizi haklı çıkarabilecek bir mazeretim de yok. Haklısın kızmakta ama kızmak çözüm değil ki! Aradaki uçurumu derinleştirmez mi? Sonda kurdukları tribünlerle senin nefretini kullanırlar. Senin nefretini sana karşı kullanırlar. Ulaşamayacağın mekanlara gider, dalgakıran kurarlar. Nefret, çözüm değil. Hiçbir zaman da olmadı. Gel, kardeş olalım. Abim ol. Beni, kardeşin olmaya kabul et. Başımı okşa eski günlerdeki gibi. Sana güller hazırlayalım yine. Koşturalım seninle dağda, bayırda… Özledim seni. Anneleri yemek bulmaya giden kuş yavruları misalidir sana olan hasretim. Senden kaçmama izin verme. Duvarlar arasına hapsetme beni. Sarıl yine belime, sarıl eskisi gibi. Pencerem açık, sana kapım hep açık. Yeter ki gel. Sen gel, yeter. Tayfun olsan da gel, meltem olsan da… Ne olursan ol, yine gel. Aşka gel, şevkle gel, rüzgar bekleyen dimağlara ilaç olma heyecanıyla gel. Gel. Gel ama durma burada. Seni bekleyen milyonlar var şu dünyada. Es onların gönüllerine. Ferah ol, ferahlık ver. Serinlet sıcaklardan bunalan çocuğu. Onun da umutları yükselsin gökyüzüne seninle birlikte. Onun da uçurtması uçsun göklere.  Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın​ Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Gitmeli

Gitmeli Nemocuuk Haziran 15, 2023 “Artık demir almak günü gelmişse zamandan   Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.” Bir yerlere gitmeli. Uzaklaşmalı buralardan. Kendinden kaçmalı insan. Kendinden, kendine… Gitmem gerekiyor. Nereye? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey… Zamandan demir alma vakti geliyor yavaş yavaş. Benim buna hazırlığım ne? Valizim hazır değil. Ben, hazır mıyım? Değilim. Geminin rotasını bilmiyorum. Korkuyorum da biraz sırf bu yüzden. Bayağı korkuyorum. Ya… Elimdeki kalem bana yabancı. Ben, buralara ait değilim. Kalemi de alıp gitmeliyim. Kalem darılır O’nsuz gidersem. Anlatamam kendimi O’nsuz gidersem. Anlatamam kendimi “O” olmadan gidersem. Halim nice olur. O’nunla buluşmaya kalbimde “O” olmadan gitmek, bunu düşünmek bile çok korkunç. Nerede filiz vereceğini bilemeyen bir tohum, savrulur boyuna; ve belki de asla filiz bile veremez ki meyve vermek şöyle dursun. Nereye ait olduğunu bilmeyen bir yabancı gibiyim. Nereye ait olduğunu bilmeyen bir yabancıyım. Gitmek zorundayım buralardan. Durmak bana göre değil. Rüzgârda uçuşan bir yaprak gibi, uzaklara gitmeliyim. Ufuklar beni kendine çekiyor. Bıktı mı yoksa bu topraklar benden? Yoksa her zamankinden daha fazla mı istiyorlar beni yanlarında? Bir yerlere gideceğim, o kesin. Nereye gideceğimi henüz bilmiyorum. Duramam ben buralarda. Memleket dedikleri şeye fersah fersah uzaktayım. Memleket mi, o da neyin nesi? Ait değilim ben buraya, hiçbir yere ait değilim. Bir memleket arayışından da vazgeçtim uzun zaman önce. Bunu böyle kabul ettim. Aldım, kabul ettim. Zaten öyle olduğunu, kabul ettim. Tek tesellim, dayanmamı sağlayan tek şey, buraya zarar vermemiş olma ihtimalim. Korkuyorum, etrafıma zarar vermiş olmaktan korkuyorum, kendime zarar vermiş olmaktan korkuyorum. Sadece bir sırt çantası, ihtiyacım olan tek şey. Bir sırt çantasına dünyalar sığabilir. Vaktiyle bir sepete sığan kurtuluşu, bir çantaya sığdıramaz mıyım? Uçağı bekleyemem. Uçak benim hızıma yetişemiyor. Zaman, mekân… Uzun zaman önce anlamını yitiren iki kavram benim için. Bugün bulunduğum yerle, dün bulunduğum yerin arasında ne fark var? Dünle bugün arasında ne fark var? Kim bilebilir bütün bu soruların cevabını? Bilmiyorum. Bilmediğim o kadar çok şey var ki… Kendimi burada bırakıp gidemiyor muyum? Kendimden uzaklaşamıyor, kendimden kaçamıyor muyum? Niye kendimden kaçamıyorum, anne? Arkadaşlarınızla paylaşmak için…​ Diğer Yazılarımıza da Göz Atın​ Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan