Bir, iki, üç… Hep başlangıçları ifade eden bu rakamlar; üç, iki, bir diye telaffuz edilince anın sonuna geldiğimizi haykırıyor. Zaman belki de bu döngüsel anların durağı. Kim bilebilir rakamların nerede gerisin geriye döndüğünü hayatında? Kim söyleyebilir doğumundan sonra ölümüne ne zaman yüzünü döndüğünü?
Cahit Sıtkı, otuz beşi diye karar kılmıştı geri sayımın başlaması evresine… Onca zamana inat, ‘bak’, diyordu… ‘Bak insanlar ortalama yetmiş yaşıyor. Bende otuz beşimde başladım ölümüm için geri sayıma.’ Lakin otuz yedisinde göçtü bu diyardan… Oysa zaman en büyük yanılgısını yüzüne vurmuştu. Bilemedi…
Biz de bilemiyoruz. Belki de üç, iki, bir safhasında bazılarımız… Bazılarımız bir, iki, üç… Doğrular başka, hakikat başka… Cahit Sıtkı, doğrusunu hakikate eviremediği bir yanılgı durağında…
Hareket… İşte burada anlam buluyor belki de. Kendi hareketimiz (yani doğrularımız) hakikatle ne kadar iç içe geçmişse, yani ki doğrularımız hakikatin cevheri içinde ne kadar erimişse… O kadar yanılgıdan kurtarıyor insanı. Belki de bu sebepten, hakikate ulaşmak istiyorsak, bazen doğrularımızdan fedakârlık etmemiz gerekiyor.