Yaşlı adam sonbaharın getirdiği esintileri dinliyor, yaprakların hışırtısıyla birlikte içinde yeni hisler doğuyordu. Yaşlı adam torununa baktı. Genç, üşüdüğü için içeri girmişti. Sobaya birkaç odun ekliyor, sobanın odayı ısıtması için yıpranmış ve oldukça eski olan gazete kupürlerini sobaya atıyordu. Henüz on iki yaşında olmasına rağmen her hafta sonu dedesinin yanına gelir ve ona yardım ederdi. Dedesi, ona göre epey yaşlı idi. Sobanın üst kısmına demliği koydu ve çaydanlığın kapağını kapattı. Sobanın alt kısmındaki közlenmiş patatesleri çıkartıp bir tepsiye koydu. Bir aralık dedesine baktı. Dedesi dışarıda bir adamla konuşuyor, konuşurken gülüyor, arada bir hülyalara dalıyordu. Bir an dedesinin yüzü epey bir soldu ve kaşları havaya kalktı. Şimdi o sevecen bakışların yerini bir ciddilik, bir hüsran almıştı. Adam, yaşlı adama bir zarf uzattıktan sonra gitti. Çocuk merakla dükkândan çıkıp dedesinin yanına doğru ilerledi:
– Ne oldu dedeciğim? Bir şeye mi üzüldün? Yoksa o adam sana kötü bir şey mi söyledi?
Dedesi çocuğun yüzüne bakmadan:
– Çay koy çocuğum, çay koy, dedi
– Patatesleri de getireyim mi?
– Masanın üstündeki helvayı getirsen daha iyi olur.
Çocuk bir koşu gidip dükkâna ve ahşap masanın üzerindeki tepsiyi alıp üzerine bardakları yerleştirdi. Ardından çaydanlığı da tepsiye koydu. Plastik bir çekmeceden yaklaşık kırk yıllık olan antika çay kaşıkları çıkartıp bardakların içine bıraktı. En alt bölmeden ise dört adet kesme şeker aldı ve dedesinin yanına gitti. Ceviz kakma taburelerden birini çekti ve oturdu. Kasvetli rüzgâr saçlarını geriye savurdu. Şimdi çocuğun beyaz yüzü daha iyi görülebiliyordu:
– Dedeciğim içeride içseydik çayı. Bak hava soğuk, hasta olacaksın.
Bunları söylerken çayı bardaklara dolduruyordu. Çayın buğusu ise havada süzülüp kayboldu. Yaşlı adam soğuk rüzgârdan dolayı dolmuş gözlerini kapattı ve açtı.
– Bu hayat çay gibi evlat. Kimisi açık içer kimisi demli.
Çocuk dedesinin yüzüne şaşkın şaşkın bakıyordu. “Yine eski anılara daldı, herhalde yaşlılığın belirtileri” dedi içinden.
– Bazıları çayın yanına pasta ister, helva ister, bunlar arkadaşlardır. Hayatında arkadaşların olmalı, çayın yanında iyi giderler. Bazıları şekeri tercih eder, insanlarla iç içe olmak isterler. Şeker yakın akrabadır, komşu, dost. Kimisi ne şeker ister ne tatlı bir şey. Onlar yalnızdırlar, kimsesiz, tek başına. Bazıları ömrü bitmesin ister, çayı yavaş içerler ama onlar hayatın güzelliklerinden yoksun kalırlar. Çay o zamana kadar soğur, acı bir hal alır. Kimisi ise çayı hızlı içer, onlar da hayatın tadına varamazlar. Aslında ne olursa olsun, istersen çayı yavaş iç, istersen hızlı, çay eninde sonunda biter. Geriye ne mi kalır? Birkaç çay tanesi… Senden kalanlar, hatıralar, yaşananlar, geride bıraktıkların… Ve en son da bardaklar da yıkanır ve yeni insanlar temiz bardaklarda çay içerler.
Çocuk dedesini merakla dinliyor fakat ne dediğini pek anlayamıyordu. Dedesi devam etti:
– Çayı neden mi dükkânda değil de bu soğuk havada içiyoruz? Çünkü çay soğuk havada içilince daha anlamlıdır. Çayın değeri soğuk havada anlaşılır. Sen daha çayının ilk yudumlarındasın. Çayının değerini bil evlat, çayının değerini bil…
Yaşlı adam bunları söyledikten sonra:
– Arkadaşım vefat etmiş, askerlik arkadaşım, yakın dostum, dedi ve kalktı. Çocuk dedesine:
– Çayın, dedi. Çayını içmeyecek misin?
Dedesi damarlı ve pürüzlü elini havaya kaldırıp:
– Çayın yanında şeker olmazsa çay acı olur, dedi ve uzun taş kaldırım yolun sonunda küçülüp kayboldu…