Yalnızlık

Yalnızlık Ayşe Zehra Erdoğan Ağustos 15, 2024 Sen ne kadar mutlu hissetsen de kendini, Hayatın içinde, attığın her adımda yalnızsın. Durdurak bilmeksizin akıp giden zamanda, Yastığa başını koyduğun zaman, yalnızsın. Duvarlar arasında sıkışıp kaldığında, Ruhunun sesini duyduğun anda, Kıyamet durağında beklerken, Anan, baban, nerede? İşte tam o sırada, kalabalıklar içinde yalnızsın. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Gecikmeli Varış

Gecikmeli Varış Bilal Uygur Ağustos 15, 2024 Sonunda eve dönmenin verdiği bir heyecan. En son eve gitmemin üzerinden iki ay geçmiş ve yaşadığım yoğunluk sonrasında eve gidip zihnimi boşaltabileceğim düşüncesi hakim. Bu heyecanla birlikte tren garına doğru yol alıyorum. Kısa bir bekleyiş sonrasında trene atlayıp koltuğuma oturuyorum. Tren hareket ediyor ve kendimi dinlediğim müziğe bırakıyorum. Bir süre sonra tren, seyahat planında yer almayan bir durakta duruyor. Diğer yolcular gibi şaşkınlıkla koltuğumda hareketleniyorum. Tüm merakları gideren o anons geliyor: “Yaşanan fırtınadan dolayı hareket edemiyoruz, gelişmeler oldukça sizi bilgilendireceğiz.” Merak giderilmişti ama bu sefer endişe hemen akın etmişti beynimize. Ne kadar sürecek, devam edebilecek miyiz… Ha bu arada durduğumuz durak küçücük bir köyden başka bir yer değildi, yakınlarda ne bir market ne de herhangi bir yaşam belirtisi görmek mümkün değildi. Diğer yolcularla beraber “Kimsin, ne yapıyorsun?” tarzında muhabbetler başladı ister istemez. Aramızda konuştuğumuz dili bilmeyen bir kişi de vardı ve ona da neler olduğunu çeviriyorduk. Bir anda hiçbir şekilde birbirini tanımayan insanların durum gereği birbiriyle sıcak bir şekilde muhabbet etmeye başlaması ne kadar ilginçtir. Telefon ile konuşan bir yolcunun gülerek “Ne elektrik var, ne yiyecek var ne de su var, bildiğin hayat yok şu an.” ifadeleri ile herkesi güldürmeyi başarmıştı. Bu sırada tren görevlileri su ve atıştırmalık dağıttı ki o anda böyle bir değişikliğe kesinlikle ihtiyacımız vardı. Derken üç saatin sonunda gelen yeni bir anons. Cümlenin “Maalesef” ile başlamasıyla beraber hepimizin yüzlerinin düşmesi bir oldu. Yeni gelen bilgiye göre fırtına dolayısıyla güzergah üzerinde bir bölgede raylara ağaç düşmüştü ve tüm tren seferleri iptal edilmişti. Onarım süresi ise tahmini 8-10 saat kadardı. Evet, sanırım bunu duyduğumuz vakit verdiğimiz tepkileri tahmin edebiliyorsunuzdur. Herkes bir anda telefonlara sarılmış, hem yakınlarıyla durumu konuşuyor hem de diğer yolcularla alternatifleri tartışıyordu. Az önce ne kadar tenha bir yerde olduğumdan bahsetmiştim değil mi? Başka herhangi bir yolumuz yoktu, taksi çağırmak dışında tabii. Fakat gitmek istediğimiz yerin uzaklığı düşünüldüğünde ödeyeceğimiz miktar hiç mantıklı gelmiyordu. Bu sırada yeni bir anons daha. Alternatif bir fikir ortaya atılmıştı. Geldiğimiz yere doğru dönerek, şu anki güzergahın etrafından dolaşacaktık. Hiç olmazsa yolumuza devam edebileceğimizi öğrenmiş olmak içimize su serpmişti. Yola çıkabilmemiz ise bir iki saatimizi daha almıştı. Fakat hareket ettiğimiz anda herkese tekrar bir rahatlık ve sakinlik çöktü, en nihayetinde geç de olsa yolculuk devam etti. Dört saat sonunda evde olacağımı düşündüğüm bu yolculuk bir anda 10 saat süren bir maceraya dönüşmüştü. İnsanların zor durumda kaldığında birbirine verdiği destek, zor durumda olunsa dahi sürekli bir çözüm arayışında olmak ve o durumda bile birilerinin herkesi güldürmeyi başarması bu hikayenin tatlı tarafını oluşturdu. Eve vardığımda nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum bile. Emin olduğum tek şey ise, uyumadan önce bizlerle sürekli iletişim halinde olan tren görevlilerinin yola çıkabildiğimiz anda “Bizler kahraman değiliz, asıl kahramanlar sizlersiniz.” ifadelerinin kafamda sürekli tekrar etmesiydi. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Hacksaw Ridge

Hacksaw Ridge Samiye Has Ağustos 15, 2024 Genel Tanıtım 2016 yapımı bu film Mel Gibson tarafından yönetilmiş, Andrew Knight ve Robert Schenkkan tarafından da yazılmıştır. Filmi izleyenler için inanması oldukça zor olsada filmin hikayesi gerçektir. 2004 yılında yayınlanan “The Conscientious Objector” adlı belgesel üzerine yapılmış bu film, İkinci Dünya Savaşında silah kullanmadan cephede savaşan “Desmond Doss” adlı bir askerin hikayesini anlatıyor. Filmin çıkması aslında 15 yıldan fazla sürdü desek yanlış olmaz. Hikayenin sahibi, kahraman Desmond’u ikna etmek, bir senaryo hazırlamak ve yeterli desteği elde etmek oldukça uzun sürmüş. Nihayetinde 2016 yılında yayınlanabilen film, 89. Akademi Ödüllerinde 6 Oscara aday gösterildi ve İki Oscar ödülüne layık görüldü. Dünya çapında yaklaşık 200 milyon dolar kazanç sağladı ve şu anda 8.1 IMDb puanına sahip. Prodüksiyon Mel Gibson’ın “Hacksaw Ridge” filmi, sadece Mel Gibson’ın geri dönüşü değil, aynı zamanda gerçek bir kahramanın hikayesini anlatan iddialı bir savaş filmi. Desmond Doss’un, Medal of Honor ödülünü kazanan ve vicdani retçi olarak savaşa katılan tek kişi olarak tarihe geçen öyküsü, izleyicilere unutulmaz bir deneyim sunuyor. Ancak bu film sadece Mel Gibson’ın eseri değil, yapımda emeği geçen koca bir prodüksiyon ekibi var ve onlar da birçok zorlukla karşı karşıya geldi. İşte “Hacksaw Ridge” filmi prodüksiyon aşamasından ilginç bilgiler: İlham kaynakları: Mel Gibson, filmi tasarlarken savaşın çirkin gerçekliğini yakalamak istemiş. Barry Robison, film yapımcı tasarımcısı ve Gibson diğer savaş filmlerinden ilham alarak çalışmalara başlamışlar. Kubrick’in “Paths of Glory,” Spielberg’ün “Saving Private Ryan,” ve Kurosawa’nın “Ran” gibi eserler üzerine konuşmuşlar. Kurosawa’nın sanatsal yaklaşımı Gibson’i çok etkilemiş. Çünkü Kurosawa, renk kullanımıyla filme duygusal derinlik eklemişti. Gibson da bunu yapmak istemiş: filmin savaş sahneleri, sadece görsel şölen değil, aynı zamanda duygusal bir destek sunmalıydı. Modelleme: Gibson’ın özel isteği üzerine filmin çekimleri için, ekip modellemeleri tamamen dijital platformdan uzak bir şekilde yapmış. Bir inç ölçekli model, savaş alanının üç boyutlu bir versiyonunu oluşturmak için hazırlandı. Kil ve diğer geleneksel malzemelerle model yapım ekibi, savaş alanını detaylı bir şekilde şekillendirdi. Bu model, yönetmen Mel Gibson ve diğer ekibin, kamera açılarını ve sahneleri planlamalarına bir dijital modellemenin sunamayacağı avantajlar sağladı ve kurgu bu şekilde planlandı. Prodüksiyonun en zorlu kısmı: Set dizayn ekibi, filmin savaş alanının oluşturulması sırasında büyük bir zorlukla karşı karşıya geldi. Ellerinde eğimli bir araziye sahip bir süt çiftliği vardı. Ancak filmin gereksinimleri doğrultusunda 9 metre derinliğinde ve 20 metre genişliğinde bir çukur kazmak gerekiyordu. İşte burada, çekimlerin yanı sıra izinler, drenaj, çakıl yerleştirme ve izinler alma gibi bürokratik süreçlerle başa çıkmak zorunda kaldılar. Sonuç olarak, film için savaş alanını inşa etmek oldukça büyük bir başarıydı ve tamamlanması için birçok güçlüğün aşılması gerekti. Neden Bu Filmi İzlemeliyiz? “Korkma…” Savaşlar insanlığa da bir tehdittir aynı zamanda. Savaş anında birbiriyle göz göze gelen iki korkmuş düşman askeri, başka bir zamanda başka bir yerde karşılaşsalar belki de kaldırımda birbirlerinin yanından geçerken gülümseyeceklerdi… Ama kaderde birbirlerine karşı savaşta, bir sığınakta saklanırken karşılaşıp, birinin diğerinin yarasını sarmak varmış. İnsanlık böyle küçük hareketlerle kurtarılıyor işte. “Diğerleri can alırken ben can kurtaracağım. Dünya kendini yok etmeye bu kadar kararlıyken bir taraflarını iyileştirmeyi istemek o kadar da kötü gelmiyor bana.” Bir tarafta bayrağın, bir tarafta inancın. İnancından dolayı değer verdiğin bayrağını savunmana, insanlar inancından dolayı engel olsalar nasıl bir çıkmazın içine düşerdin? “Lütfen geri ver, Smitty” Ana karakterleri çekemeyen bir yan karakter hep vardır. Desmond sabahki antrenmanda Smitty’yi yendiğinde, tavır ve hareketlerinden Smitty’nin bunu kendine yediremediği çok açıktı. Amerikan anayasasının ilk maddesi, konuşma ve din özgürlüğünü sağladığı için filmde görüldüğü üzre savaş gibi beklenmedik ve olağandışı durumlarda bile bu haklar göz ardı edilemiyor. Ama bu haklara rağmen Smitty, silah kullanmayı reddeden birisi tarafından yenilmeyi kendine yediremediği için Desmond’u tahrik edip kışkırtmaya çalışmaya devam ediyor. İnancından dolayı silah kullanmayı reddeden Desmond, bu kışkırtmalara rağmen sakinliğini koruyor ve Smitty karşılık alamayınca bir süre sonra pes edip onu rahat bırakıyor. Günlük hayatımızda da böyle senaryolarla karşılaştığımız zamanlar çok oluyor ve her ne kadar içgüdülerimiz karşılık vermemizi söylese de sakinliğimizi korumanın her zaman için en iyi çözüm olduğu aşikar. “Buradaki askerlerin bir çoğu senin gibi inançlı değil. Ama senin ne kadar çok inançlı olduğuna inançları tam.” Herkesin küçük gördüğü inancı sayesinde istikrarını koruyup onlarca kişinin canını kurtarması o savaş anında mucize gibi bir şeydi. Buna tanık olan diğer askerler de o umudun kolayca kaybedilebildiği o cephelerde, tutunacak bir dal aradıkları için var güçleriyle buna sarıldılar. “Hiçbir şey olmasa bile bana verdiği o gülümseme aldığım en büyük mükafattı.” Esas gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olsa da bir insanın acısını hafifletebilmek, o savaş ortamında onun da içindeki sıkıntıyı azaltmıştı. Zaten hayat bir gürültü patırtının arasında bulduğumuz küçük mutluluklar ve gülümsemelerle güzelleşmiyor mu? “Lütfen birini daha almama yardım et.” İnsan bir kere Allah’la insanlar arasındaki engelleri kaldırıp yaşatmak için yaşamaya başladığı zaman durmak bilmiyor. Bir kişiyle yetinemiyor. Birinin daha kalbine dokunmak, birinin daha yaralarını sarmak istiyor. Hem mecazi hem gerçek anlamda. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Pandemi Sırasında Sanat Hayatımı Nasıl Kurtardı?

Pandemi Sırasında Sanat Nasıl Hayat Kurtardı? Zeynep Özçelik Ağustos 15, 2024 2020 yılında Covid-19’un hayatımıza girmesiyle birlikte ABD genelinde ruhsal rahatsızlıklar artış göstermeye başladı. Amanda Porche, New York City merkezli otistik bir resim sanatçısı ve fotoğrafçı, Covid-19 pandemisi ile mücadele edenlerden biridir. The Arts of Autism web sitesinde şehirdeki hareketin ani duruşundan ve sürekli evde kalmasından kaynaklı olarak panik atak, izolasyon, yalnızlık ve umutsuzluk gibi duygularının yoğunlaşmaya başladığından bahsediyor. Yaşadığı bu zihinsel ve ruhsal zorlukların üzerine, virusun daha da yaygınlaşması, iş kaybına sebep oluyor ve ekonomik olarak da sıkıntı çekmeye başlıyor. Bütün bu negatif duyguların bir gün onun sonu olacağını düşünürken hayatına sanat giriyor. Pandemi sayesinde çizime karşı olan tutkusunu keşfediyor. Duygularını sanatın gücü ile ifade edip, kalemin kağıtta kayışını hissetmek ona ferahlık veriyor ve negatif duygularından kurtarıyor. Yaptığı sanat çalışmalarında genel olarak sosyal izolasyon, zihinsel çatışmalar, ölüm ve virüs gibi temaları takip edip olumsuz duygularını serbest bıraktığından bahsediyor. Bu dönemde vermiş olduğu bir röportajında farklı materyalleri keşfedip, “Sanat, hissettiklerinizi ve çevrenizdeki dünyayı nasıl algıladığınızı ifade etmekle ilgilidir” diyor. Sanat şuan Amanda’nın hayatının bir parçası olmaktan öteye geçmiş durumda, artık o sanat için yaşıyor. Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan
Ağustos Kütüphanesi

Ağustos Kütüphanesi Dilara Özdemir Ağustos 15, 2024 İstanbul Hatırası Ahmet Ümit “Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!”in önceden hazır olmak gerekir.” Özet İstanbul’un tarihini öğretirken aynı zamanda peş peşe olan yedi cinayetin çözümünü ele alan bir Başkomiser Nevzat kitabı. İstanbul’un çeşit çeşit insanını bir araya getirerek zengin bir hikaye ortaya çıkaran bu roman, Atatürk heykelinin altında, elinde eski bir madeni para bulunan bir cesedin ortaya çıkmasıyla başlar. İstanbul tarihinde önemli yerlere sahip olan kral veya hükümdarların en önemli eserlerinin yakınlarına bırakılan her bir cesedin elleri, bir sonraki cesedin yerini gösteren bir ok şeklinde bağlanmıştır ve avuçlarında o kral veya hükümdara ait bir sikke bulunur. İnceleme İstanbul Hatırası, Ahmet Ümit’in ilk okuduğum ve en çok sevdiğim kitabıydı. Tabii ki sonunu söylemeyeceğim; ama gerçekten herkesten şüphelenmiştim, sadece bu sonu düşünmemiştim.Bu sene Batı Medeniyetleri Tarihi dersi aldım ve profesörümün öğrettiği her şey çok tanıdık geliyordu. Önce neden olduğunu anlamadım ama sonra kitabı hatırladım. Tarih dersinde öğrendiğimiz her şey aklımızda kalmaz, çünkü hocalar çoğu zaman konuların üzerinde gerektiği kadar durmazlar. Ama tarihi böyle kitaplardan, eğlenceli ve gizemli bir şekilde öğrendiğimiz zaman daha çok aklımızda kalır. Bu kitap da öyleydi. Çok uzun zamandır görmediğim, özlediğim, doğduğum şehirde böyle bir gezintiye çıkmak çok özel ve güzeldi. “Çünkü bizim düşmanımız kötü insanlar değildir, kötülüktür. Bizim düşmanımız zulmeden insanlar değildir, zulümdür. Ve zulümden beslenen bir inanç bize uzaktır, terstir, haramdır.” Rüzgarlı Pazar Ahmet Ümit “İğde kokusuna tutunmuş gidiyordum. Hazirana yakın, Mayıs’ın bilmem kaçı. İğde nerede? Otoların geçtiği köprü ile, yayaların yürüdüğü üst geçit arasında. Orayı ağaçlandırmışlar. Çitlembik, mazı, erguvan, akasya, hatmi ve tanımadığım bir sürü ağaç. Yahu gözünü sevdiğimin iğdesi, sen oraya nasıl geldin? Bir kuşun gagasında mı; yoksa bir yandan yürüyüp öte yandan iğde yiyen, çekirdeklerini sağa sola atan, elleri cebinde, başı havalarda bir bozkır çocuğunun eseri misin?” Özet İstanbul’da bir üst geçitte, birbirinden renkli hayatlara sahip seyyar satıcıların hikayesini anlatır Rüzgarlı Pazar. Babası Recep Efendi’nin rahatsızlıklarından bir tezgahta balonculuk yapan on-onbir yaşlarındaki Duran’dan tutun, gizli gizli kumara para yatırdı diye kocasını da, kocasının peşine düşen kumarbazları da döven eli maşalı ağzı bozuk Çiçekçi Cemile’ye; henüz hacca gidemese de kıyafetlerinden dolayı herkesin “Hacı” diye seslendiği adamotu satan adamdan, modaya uygun ucuz şapkalar satan Şapkacı Bacı’ya kadar Anadolu’nun her yerinden her çeşit insan vardır bu üst geçitte. Burada bir de Duran’ın yardım ettiği, gözleri görmeyen Nimet vardır. Şapkacı Bacı, bu genç kızın üst geçitte bir tezgah açmasına yardım etmiştir ve ona sahip çıkmaktadır. Herkesten bahsetmişken, çok büyük hayırlara vesile olacak Doktor’dan bahsetmezsek olmaz. Bu evsiz adam, işsizdir, dilenci değildir ama ne hikmetse çok parası var gibidir. İnceleme Rüzgarlı Pazar, cepleri boş ama yürekleri dolu insanların hikayelerini anlatır. İçinde hüznü de, mutluluğu da, ölümü de, düğünü de barındıran bu kitap, elinizde çayınız veya kahvenizle güneşli bir günde huzurlu bir zaman geçirmek için ideal. Kaç sene oldu okuyalı ama ben de içimden “Tekrar mı okusam?” diye geçirmedim değil… Mustafa Kutlu’nun ilk okuduğum kitaplarından biriydi ve o kadar çok hoşuma gitmişti ki, gidip 5-10 tane daha kitabını almıştım. İlerde o kitaplardan bazılarını da kütüphanemizde görebilirsiniz. “Söz bitiyor bazen. Sözün gücü, derde derman olmaya yetmiyor demek.” Yetim Koleksiyoncusu (The Orphan Collector) Ellen Marie Wiseman “Pencereyi kapatıp huzur veren kokuları içeride, şehirde olup biten her şeyi de dışarıda bırakmak istiyordu.” Özet İspanyol gribi, 1918-1919 yılları arasında dünyanın üçte birini öldüren ölümcül bir salgındı. Pia, 13 yaşında bir çocuk olmasına rağmen bu korkunç cehennemin ortasında savaş, influenza, ırkçılık ve yalnızlıkla boğuşurken aslında küçük bedenine kıyasla ne kadar cesaretli ve güçlü olduğunu kanıtlıyor bize. İnsan defalarca düşmesine rağmen yine de ayağa kalkabilir mi? Eğer bir amaç için yaşıyorsa, evet kalkabilir, kalkmalı. Ailesiyle birlikte Almanya’dan Amerika’ya göç etmiş ve bütün ailesini birbirinden korkunç bir şekilde kaybetmiş olan romanımızın kahramanı, diğer insanlarda olmayan bir özelliğe sahip. Öbür yandan oğlunu influenzaya kaybetmiş komşusu Bernice, Pia evde değilken, evlerini karıştırarak hikayenin seyrini tamamen değiştirecek işlere kalkışmaktadır. Ama Bernice’ın anlamadığı şey şu ki; acı, ırk veya din ayırt etmez. İnceleme O kadar optimistik bir insanım ki, kitabın başlığını ilk gördüğüm zaman ana karakterin yetimleri korumak için topladığını sanmıştım. Sinirlerim bozulmuştu, yetimleri çalan bir kadının hikayesini okumayı beklemiyordum. Ne zaman ne olacağı belli olmayan, okurken diken üstünde tutan bir kitaptı. Tarihi romanlar çok hoşuma gider çünkü kurgu bile olsa bir olayla ilgili bir hikaye duyduğunuz veya okuduğunuz zaman, o olayı hatırlama ihtimaliniz artar. Şunu da eklemek istiyorum: kitap güzel bitti çok şükür. Güzel bitmesini o kadar bekledikten sonra eğer kötü bitseydi, sinir krizi geçirip kitabı camdan fırlatabilirdim ama yine de tavsiye ederdim. “Sarılmak, hiçbir şeye mal olmayan küçücük bir iyilikti…” Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın Şebnem Ferah Sanat & Kültür Hindistan