Cehennem Çiçeği
- Dilara Özdemir
- Nisan 15, 2025
Kitap Özeti
Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı romanı, uçsuz bucaksız Kazak bozkırlarında geçen derin ve dokunaklı bir hikâyeyi anlatıyor. Demiryolu işçisi Yedigey, yakın dostunun cenazesini ata mezarlığına götürmek üzere yola çıkar. Ancak bu yolculuk, sadece bir defin görevi değil, aynı zamanda hatıralarla, halkının geçmişiyle ve modern dünyanın dayattığı değişimlerle yüzleştiği bir iç hesaplaşmaya dönüşür.
Aytmatov, anlatısında gelenek ile ilerleme arasındaki gerilimi işlerken, mitolojiyi ve gerçeği ustaca harmanlıyor. Bozkırın sert doğası, insanların yaşam mücadelesi ve kadim değerlerin zaman içinde nasıl değişime uğradığı romanın ana eksenini oluşturuyor. Beklenmedik bilimkurgu unsurlarıyla da zenginleşen hikâye, insanlığın kökleriyle bağını ve evrendeki yerini sorgulayan derin bir anlatıya dönüşüyor.
Duygusal olduğu kadar düşündürücü de olan bu eser, hem bireysel hem de toplumsal dönüşümün izini sürerken, okura zaman ve mekânın ötesinde bir yolculuk vaat ediyor.
Yazarın Biyografisi ve Ödüller
12 Aralık 1928’nde Kırgızistan’da doğan Cengiz Aytmatov, aslında eğitimini Bişkek’te Veteriner Fakültesi’nden tamamlasa da 1952’de yazarlık kariyerine gazetecilik yaparak başlamıştır. Dağlar ve Steplerden Masallar adlı öyküsüyle 1963’te, en genç Lenin Ödülü’nü alan kişi olurken ünü yayılır. Aytmatov, Kırgızca ve Rusça olarak kaleme aldığı eserlerinin çoğunda tema olarak aşk, dostluk, savaş döneminin acıları ve kahramanlıkları ile Kırgız geleneklerine değinmiştir. Eserleri Türkçe dahil 150’den fazla dile tercüme edilerek milyonlarca baskıya ulaşmıştır. Son yıllarda politikaya da atılan Aytmatov, milletvekilliği ve büyükelçiliği yapmanın yanı sıra uluslararası diyalog projelerine de katkı sağlamıştır. Cengiz Aytmatov, böbrek yetmezliği sonucu tedavi gördüğü hastanede 10 Haziran 2008 günü Almanya’da hayatını kaybetmiştir.
Kitabın İncelemesi
Sarı Özek’in Bozkırında geçen bu kitabın her satırında, sanki Sarı Özek’e yerleşmişsiniz, her gün gelip geçen trenleri izleyip onlara el sallıyormuşsunuz, hatta soğuktan ruhunuz bile etkileniyormuş gibi hissediyorsunuz. Kazangap’ın ölümüyle başladığında hikayenin onun ile alakalı olduğunu düşünseniz de aslında ana karakterimiz Yedigey’in yolunun Sarı Özek’e düşmesinde sadece bir aracı olduğunu öğreniyorsunuz. Kazangap’a kendi çocuklarından daha çok evlat, kardeş ve arkadaş olan Boranlı Yedigey, onun cesedini öylesine bir yere gömmeye razı olmuyor ve vasiyeti üzerine Ana Beyit mezarlığına gömmek üzere bozkırın üzerinde uzun bir yolculuğa çıkıyorlar.
Bu kafile ölülerine veda etmek için son yolculuklarına çıkarken, aynı anda uzayda bir yerlerde Amerika ve Rusya’nın bir araya gelerek kurduğu uzay istasyonundaki pilotlardan bir haber alınamıyor. Gizli olan bu görevi radyolarda konu almadan bir roket gönderiyorlar ve uzay üssüne çok yakın olan Sarı Özek’teki Yedigey bu roketin kalkışına şahit oluyor. Biri Amerikadan, biri Rusya’dan kalkan bu iki roket, uzay üssünde buluşuyor ve eski iki pilotun bıraktığı mektubu buluyorlar. Gelen sinyallerle evrendeki tek canlıların insanlar olmadığını keşfeden bu pilotlar, onlarla iletişime geçmek için Dünya’ya hiçbir haber vermeden bu mavi saçlı uzaylıların uzay gemilerine binip onların gezegenine gidiyorlar. Savaşın ne olduğunu bilmeyen bu topluluğun birlikte huzur içinde yaşadığını bildirseler de Dünya’dakiler, insanların bu uzaylılarla tanışmaya hazır olmadıklarına karar verince pilotların geri dönmelerini yasaklıyorlar.
Bencillikle verilen bu karar bana kalırsa Orman-Göğsü gezegenindeki bu uzaylıları kurtarıyor. Çünkü savaş sonrası geçen bu kitaptaki karakterlerin tecrübelerini de göz önüne alırsak, insanlığın bu barış fikrine uyum sağlayamacağını görürdük. Savaşı algılayamayan Orman-Göğüslülerin yanında Dünyalılar, bu barışı algılayamazdı.
Detaya giremeyeceğim kadar canice olan mankurtluğu da anlatıyor kitap. Nayman Ana’nın oğlunu kaçıran eşkiyalar onu da mankurtluğa kurban ediyorlar. Hafızalarını ve kişiliklerini kaybetmeleri sonucu mankurt olan oğullarından vazgeçen ailelerin aksine Nayman Ana oğlunu bırakamıyor. Nayman Ana, Ak Maya adlı herkesin gücüne hayran olduğu devesine biniyor ve oğlunu aramak için yollara düşüyor. Ama oğlunu ondan çalan eşkiyalar kavuşmalarına izin vermiyorlar ve Nayman Ana, kendi oğlunun elinden ölüyor. Kazangap’ın gömülmesi için yola çıktıkları Ana Beyit mezarlığı, Nayman Ana’nın oraya gömülmesiyle ortaya çıkmış oluyor.
Sarı Özek’e yolu düşüp de orada tutunamayan insanların çoğu gelip geçerken Boranlı Yedigey ve ailesi vatanlarında kalamayınca oraya yerleşiyorlar. Öğretmen olan Abutalib ve ailesi de siyasi sebeplerden dolayı yaşadıkları yeri bırakmak zorunda kaldıkları zaman Sarı Özek’e geliyorlar. Çocuklarına çok düşkün olan Abutalib adeta onlar için yaşıyor. Geçimleri için uğraşmadığı saatlerde çocuklarının eğitimiyle ilgilenen Abutalib, Yedigey’in çocuklarıyla da ilgileniyor.
Alıntılar
“Kaldı ki burası dünya. Burada bir şeyler hep yarım kalacak.”
“Oysa düşünmek, her zaman acı veren ağır bir iştir.”
“Gitmekle kendinden kaçıp kurtulacağını mı sanıyorsun?”
“Herkes gidebilir, herkes kaçabilir ama herkes kendine hakim olamaz, herkes kendine karşı zafer kazanamaz.”
“Asıl güç olanı, kendi güçsüzlüğünü, umutsuzluğunu belli etmemekti.”