Sandalyeler Üzerin(d)e
- Samiye Has
- Kasım 1, 2025
Tasarımcının görevi nedir? Tasarım, insanlık tarihi kadar eski bir kavram. Ama belki de her yerde karşımıza çıktığı için ne olduğunu fark etmek o kadar kolay olmuyor. Tasarım o kadar hayatımızın içine işlemiş durumda ki, çoğu zaman onunla yaşadığımızın bile farkında değiliz; oturduğumuz sandalyede, tuttuğumuz bardakta, bastığımız kaldırım taşında.
Bir tasarım öğrencisi olarak “tasarım nedir, tasarımcı ne yapar?” sorusu, okulda sık sık karşıma çıkıyor. Aklımda bu sorularla, Rhode Island School of Design Museum’da gezerken, belki de en sade yerden başlamalıyım diye düşündüm: hepimizin her gün kullandığı basit bir nesneden, yani sandalyelerden.
RISD Müzesi’nin koleksiyonunda, 16. ve 17. yüzyıllardan Amerikan sandalyeleriyle 20. ve 21. yüzyılın modern tasarımlarına uzanan geniş bir yelpazede tasarımlar yer alıyor. Benim ilgimi özellikle modern dönem sandalyeleri çekti. Fark ettim ki, 19. yüzyılın başında endüstriyel yenilikler hızla gelişmiş, seri üretim artık daha az sorun oluşturur hale gelmişti. Her şeyin daha mekanikleştiği bu dönemin ardından, insanlar “konfor” kavramını da daha derinlemesine düşünme fırsatı bulmuşlardı. Bu yazıda, koleksiyondan seçtiğim birkaç sandalye üzerinden, konforun tasarımda nasıl farklı biçimlerde ele alındığını incelemek istiyorum.
Tasarımcı Charles Eames’in bir sözü var:
“Tasarımcının rolü, misafirlerinin ihtiyaçlarını önceden sezebilen düşünceli bir ev sahibi olmaktır.”
Bu söz, tasarımın özünü çok güzel anlatıyor: insanı anlamak, ihtiyaçlarını hissetmek ve onlara cevap verebilmek. Sandalyeler bu anlamda mükemmel örneklerdir çünkü doğrudan bedenle, yani insanla temas halindeler.
Örneğin Alvar Aalto’nun Armchair Model 31 (1931–1932) adlı tasarımı, fiziksel konforun en güzel örneklerinden biri. Aalto bu formu geliştirirken, tüberküloz hastalarının nefes almasını kolaylaştırmak için tasarladığı ünlü Paimio Chair’e giden yolu açmıştı. Sandalyenin kavisli sırtlığı bedeni destekliyor, açısı nefesi rahatlatıyor. Ama bu aynı zamanda malzeme ve teknolojiyle de ilgili. Aalto’nun o dönemde geliştirdiği yeni lamine ahşap tekniği, hem esnek hem de dayanıklı bir form yaratmasını sağlamıştı. Böylece kullanıcı sandalyeye “gömülmeden” rahatlayabiliyor; tasarım da insan merkezli bir yaklaşımı yansıtıyordu.
Bir başka örnek, Charles ve Ray Eames’in DCW (Dining Chair Wood) (1946) modelidir. Tamamen kontrplaktan yapılan bu sandalye, ergonomik formuyla bedenin doğal eğrilerine uyum sağlıyor. Aalto’nun ve Eames’lerin sandalyeleri farklı coğrafyalarda, farklı düşünce sistemleri içinde doğmuş olsa da (biri İskandinav insan merkezliliğinden, diğeri Amerikan modernizminden) her ikisi de aynı noktaya varıyor: insanın bedeniyle uyumlu, samimi bir oturma deneyimi yaratmak.
Ama konfor yalnızca bedensel bir şey değildir. Eero Saarinen’in Tulip Chair’i (1956), görsel konforun da en az fiziksel rahatlık kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Saarinen, bu sandalyeyi “masa ve sandalyelerin bacak karmaşasını ortadan kaldırmak” için tasarlamıştı. Tek ayaklı, zarif formuyla mekânda sade bir huzur hissi yaratıyor. Yani yalnızca otururken değil, bakarken de insanı rahatlatıyor.
1958’de tasarlanan Verner Panton’un Heart Cone Chair’i ise konforun duygusal boyutuna dokunuyor. Parlak kırmızı rengi, kalp biçimli sırtlığı ve heykelsi formuyla hem eğlenceli hem cesur bir görüntü sergiliyor. Gören herkesin dikkatini çekiyor ama aynı zamanda kucaklayıcı biçimiyle fiziksel ve duygusal bir sıcaklık yayıyor.
Ve son olarak, Jomo Tariku’nun Nyala Chair’i (2023). Bu sandalyeyi müzede gördüğümde formundan çok etkilenmiştim. Etiyopya kökenli tasarımcı Tariku, Nyala antilobunun zarif boynuzlarından ilham alarak bu formu yaratmış. Üç ayaklı tabanı geleneksel Etiyopya taburelerini hatırlatıyor. Hatta bu tasarım Black Panther filmlerinde iç mekân dekorasyonu olarak da kullanılmış. Modern çizgilere sahip ama köklerini unutmayan bir parça bu. Bence en derin konfor da burada: insanın ait olduğu kültürü, evinden uzaktayken bile yanında hissedebilmesinde.
Tüm bu örnekler bana şunu düşündürdü:
Tasarım, yalnızca bir nesneyi “işlevsel” hale getirmek değildir. İyi bir tasarım, insanı hem bedensel hem duygusal hem de kültürel olarak yansıtır. Fiziksel destek kadar estetik, huzur ve anlam duygusu da verir.
Sonuçta, tasarımcının görevi yalnızca bir sandalye yapmak değil; insanın kendini biraz daha rahat, biraz daha “evinde” hissetmesini sağlamaktır.