Kırmızı Pazartesi
Gabriel García Márquez
- Dilara Özdemir
- Kasım 15, 2025
Kitabın sonunun nasıl biteceğini bilseniz de bir kitabı okur muydunuz? “İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü bu” cümlesiyle başlıyor öykümüz. Mahalledeki herkes Santiago Nasar’ın öldürüleceğini biliyor, ama kimse onu bu acı gerçekten kurtaramıyor.
Bayardo San Roman kasabaya geldiği zaman gönlü, Angela Vicario’ya kayıyor ve onunla evlenmeye karar veriyor. Kitabımız, kızların isteklerinin bir şey ifade etmediği bir dönemde geçtiği için ailesi zengin bir damat bulma heyecanıyla kızlarına sormadan bu evliliğe onay veriyorlar. Aşkından başka hiçbir şeyi görmeyen Bayardo San Roman, bir gün Angela Vicario’ya kasabada her yerde yaşama seçeneği olsaydı nereyi isteyeceğini soruyor. Yaşlı bir adamın çok sevdiği karısından kalan son hatırası olan, kasabadaki en görkemli konağı gösteriyor. Parasıyla her şeyi alabileceğine inanan Bayardo San Roman bu konağı ondan alıyor. Ama zorla satın aldığı bu ev onu mutlu edemiyor çünkü Angela Vicario ile evlilikleri altı saatten fazla sürmüyor.
Angela Vicario’nun bakire olmadığını anlayan Bayardo San Roman, onu babasının evine geri getiriyor. İkiz kardeşler Pablo ve Pedro, kız kardeşlerine bunu kimin yaptığını sorduklarında cevap olarak “Santiago Nasar”dan başka bir şey alamıyorlar. Ne zaman, nasıl ve en önemlisi de gerçek olup olmadığını hiçbir zaman kimse bilemiyor.
Anlatıcımız, Santiago Nasar’ın arkadaşı, yıllar sonra bu olayı hatırlar gibi anlatırken, hafızanın insanı nasıl yanılttığından, herkesin o günü nasıl farklı hatırladığından da bahsediyor. Kimilerinin yağmurlu diye hatırladığı o günü, kimileri bir damla bile düşmemişti diye hatırlıyor. Anlatıcımızın tahminlerine göre Angela Vicario’ya bunu yapan kişi Santiago Nasar değildi, çünkü onları kimse bir arada bile görmemişti. İkisi çok farklı insanlardı ve Santiago Nasar ondan çok iyi bahsetmezdi. Muhtemelen Angela Vicario, sevdiği adamı korumak için Santiago Nasar’ın ismini vererek onu ölüme göndermişti.
Anlatıcının anlattığına göre öğreniyoruz ki, bu olaydan sonra Angela Vicario, Bayardo San Roman’ın kendisini ne kadar sevdiğini farkediyor ve onu kaybettiği için çok pişman oluyor. Yıllarca ona yüzlerce mektup yazıyor ama hiçbirinden geri dönüş alamıyor. On beş yıl sonra bir gün kapısı çalınıyor ve Bayardo San Roman elinde hiç açılmamış ama düzenle saklanmış mektuplarla “işte geldim” diyor.
Kasaplık yapan Pablo ve Pedro, en kaliteli bıçaklarını alıp kız kardeşlerinin namusunu korumak için bir iftirayla Santiago Nasar’ın peşine düşüyorlar. O sabah da herkes piskoposun gemiyle şehrin yakınından geçecek diye çok heyecanlılar. Santiago Nasar da öldürüleceğinden habersiz, herkes gibi en şık kıyafetlerini giyerek piskoposu karşılamak için annesine son kez selam verip evden ayrılıyor. Hemen kapının önünde duran, onu katillerinden uyarmak için yazılan notu farketmiyor.
Pablo ve Pedro ellerindeki bıçakları kimseden saklamayarak önlerine gelen herkese Santiago Nasar’ı öldürmek için beklediklerini itiraf ediyorlar. Çünkü her ne kadar kız kardeşlerinin namusunu korumaları gerekse de Santiago Nasar’ın kötü biri olmadığının farkındalar ve içten içe birinin koşup onlara haber vermesini, kendilerini engellemesini istiyorlar. Ama ikizlerin uykusuz ve sarhoş olduklarını düşündüğü için kimse onların bu cinayeti gerçekten işleyebileceklerine inanmıyor.
Bu haber belediye başkanın kulağına gittiğinde hemen ellerindeki bıçakları alıp ikizleri evlerine gönderiyor ama adamlar kasap sonuçta. Evden yeni bıçaklarını alarak tekrar Santiago Nasar’ı beklemeye koyuluyorlar. Bu sırada arkadaşıyla birlikte piskoposun karaya bile çıkmayan gemisini karşılayıp geri dönen Santiago Nasar nişanlısının evine uğruyor. Nişanlısı kendisine yazdığı mektupları Santiago’dan geri isteyip odasına kapanarak ağlamaya başlıyor. Santiago, garibim, her şeyden bihaber olduğu için çok şaşırıyor.
Sonunda herkesin bildiği gerçeği yolda nişanlısının babasından öğreniyor. Pablo ve Pedro tarafından takip edildiğini farketmeden eve doğru yürümeye başlıyor. Annesi Plâcida Linero, oğlunu yukarda odasında uyuyor zannettiği için ikizleri görünce oğlunu koruma isteğiyle farketmeden kapıyı Santiago’nun yüzüne kapatıyor. Farklı bir yönden eve girmeye çalışan Santiago Nasar, Pablo ve Pedro tarafından defalarca bıçaklanarak ölüme terk ediliyor. Yaralı olarak evin arka kapısından içeri girip mutfağın ortasında yere yığılıyor.
En başta sorduğum soruya geri dönüyorum, kitabın sonunun nasıl biteceğini bilseniz de bu kitabı okur muydunuz? Hayat da böyle değil mi? Öleceğimizi biliyoruz, ama yine de yaşıyoruz. Kimisi öleceğini bildiği için daha iyi bir hayat yaşamaya çalışıyor. Kimisi de nasıl olsa öleceğiz deyip sonuçlarını düşünmeden yaşıyor. İki durumda da ve her durumda da, bildiğimiz tek şey bir gün hepimizin bu dünyadan gidecek olmamız.
Ne ben, ne de bu satırları okuyan sen, bundan yüz sene sonra burada olmayacağız. Belki bu satırlar bile kalmayacak bir gün. Belki de internetin bir köşesinde sonsuza kadar kalacaklar. Belki de sadece yazdıklarımız değil, ağzımızdan çıkan her hece, her kelime, dalgalarla sonsuza kadar gitmektedir.
Poyraz Karayel’in dediği gibi: “Bir teoriye göre insanların ağzından çıkan her ses, her kelime sonsuza kadar yankılanıyormuş. Mesela ben şimdi sana “seni seviyorum” dediğim zaman bu sonsuza kadar yankılanacak. O da benim seni sonsuza kadar seveceğimin ispatı.”
O zaman yazdıklarımızın, söylediklerimizin, yaptıklarımızın bir manasının olmaması mümkün mü gerçekten? Eğer yazdığımız her cümle, ağzımızdan çıkan her kelime sonsuza kadar kalacaksa, o zaman güzel şeyler söylememiz gerekmez mi? Biz bu dünyadan gittikten sonra arkamızda güzel ses dalgaları bıraksak bu bizi daha da mutlu etmez mi?