Martin Eden
- Dilara Özdemir
- Ağustos 1, 2025
Kitap Özeti
Martin Eden isimli alt sınıflardan bir denizci, bir gün zengin bir adamın hayatını kurtardığı için onlarla, evlerinde yemek yeme şerefine nail oluyor. Kocaman cüssesini nasıl kontrol edeceğini bilmediğinden bir şeyleri kırma korkusuyla etrafa hayran hayran baktığı bu ihtişamlı evde, melekler gibi bir saflık ve duruluktaki güzellikte olan Ruth isimli genç kıza aşık oluyor. Konuşmasını, giyimini, öğrenimini, aşık olduğu bu büyüleyici kızın seviyesine erişip onunla evlenebilmek için arttırmaya karar veriyor. Çok büyük zahmetler, çileler ve ızdıraplarla kısa bir sürede çok uzun yollar kat eden Martin Eden, yine de Ruth’un ve ailesinin istediği gibi bir işe girmeyi ve köle gibi çalışmayı kabul edemiyor. Onun yerine ruhunun ve zihninin derinliklerini keşfetmesine, geliştirmesine yol açması için yazmayı meslek olarak edinmeye karar veriyor.
Bir süre çamaşırhanede çalışıp oradaki iş yükünün kendisini nasıl “hayvanlaştırdığını” görünce çalışmaktan vazgeçip dört kolla tekrar yazmaya sarılıyor. Yıllarca ne kadar uğraşırsa uğraşsın, az uyumasına, yemesine, ve bütün parasını yazılarına yatırmasına rağmen istediği ünü ve şöhreti elde edemiyor. Dergilerdeki editörlerin, kendi “harikulade” yazılarını değil de ucuz ve basit yazıları seçmesine bir anlam veremediği için onları nefretle kınıyor. Bu süre zarfında sabırsızlanan ve ilişkisi için ailesine karşı çıkan Ruth, Martin’den fedakarlık yapıp, artık yazar olma hayallerini bir kenara bırakmasını istiyor. Ama Martin Eden, okuduğu kitaplardan edindiği idealler ve fikirlere olan sadakatinden vazgeçemediğinden dolayı ne yazarlığı bırakabiliyor, ne de Ruth’un evindeki yemeklerde başkalarıyla fikir ayrılığına düşerek kavga etmekten vazgeçebiliyor. Dünyada sevdiği kadın da dahil kendisini kimsenin anlamadığını düşündüğü sırada kendisi gibi yazar olan Brissenden isimli zengin ve ideallerine önem veren biriyle tanışıyor. Brissenden ona dergilerden medet ummaması gerektiğini çünkü onların değer bilmediklerinden ötürü iyi yazıları asla paylaşmayacaklarını söylüyor. Denize geri dönmesi gerektiğini söylese de, Martin Eden en yakın arkadaşını da dinlemiyor. Ancak dostunun intiharından sonra bu acı gerçekle yüzleşiyor. Zamanını değersiz ve kazanılması imkansız bir şöhret için boşuna harcadığını farkediyor. Ama bu kadar talihsizlikten sonra bir anda şans, Martin Eden’a gülüyor.
Yazarın Biyografisi
1876’da Kaliforniya, San Francisco’da işçi sınıfından bir aileye doğan Jack London, ana karakteri Martin Eden gibi kendi kendini eğitti. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ve Klondike’den dönünce şansını yazarlıkta aramaya karar verdi. 1909’da yazdığı otobiyografik romanında yansıttığı gibi yazarlığa olağanüstü bir çaba harcayan Jack London’ın ilk kitabı Kurt Kanı geniş bir kitleye ulaştı. 17 yıl içerisinde yazıları 50’yi buldu ve Amerika Birleşik Devletleri’nin en çok kazanan yazarı oldu. Jack London, 1916’da 40 yaşında böbrek yetmezliğinden Kaliforniya’da öldü.
Kitabın İncelemesi
Martin yazar olmayı gerçekten Ruth ile birlikte olmak için mi yoksa kendi ruhunu beslemek için mi isterdi, bu tartışılır. Ruth ile birlikte olmak için bir kazanca ihtiyacı vardı ama bunu Ruth’un çevresinin beklediğinin aksine sıkıcı, kölevari bir iş yerine, daha yüce ve ruhunu besleyen bir şekilde kazanmayı istedi. Bunun Ruth ile ilişkisini tehlikeye soktuğunu bile bile bu isteğinden vazgeçmedi. Çamaşırhanede deli gibi çalışmanın onu nasıl “hayvanlaştırdığını” ve hayallerinin yüksek düşüncelerde süzülmediğini gördü. Oradan ayrıldığı için hem kendisi Ruth’un ailesinin isteklerini önemsemedi, hem de Ruth’un da önemsememesi gerektiğini düşündü. Çünkü Martin’e göre, gerçek aşk böyle düşüncelerin ve yargıların çok ötesindeydi. Onun için önemli olan tek şey Ruth’un onu sevmekten vazgeçmemesiydi.
Ama bunun yanında aynı zamanda kendi ideallerinden, ve asla yargılama kabul etmediği fikirlerinden de vazgeçemiyordu. Ruth’un kendisini olduğu gibi kabul etmesini ve sevdiği kişiliğini değiştirmeye çalışmaması gerektiğini düşünüyordu.
“Beni küçük bir kutunun içine kapatıp, gerçek dışı değerlerle, yanlışlarla ve bayağılıkla yoğrulmuş bir hayat yaşamaya mecbur edecektin.”
Aslında Ruth ile arasındaki tek engel Ruth’un ailesinin onunla ilgili olumsuz fikirleri değildi, ki ben bu kadar uzun bir süre görüşmelerine izin vereceklerini de hiç düşünmüyordum. En büyük engel, herkesin onun aralarında olmasına bu kadar karışmamalarına rağmen Martin’in kendi benliğini ortadan kaldıramamasıydı. Fikirlerini, ideallerini, değerlerini savunmak ve toplumun önyargılarının, katılaşmış düşüncelerinin kişiliğini ele geçirmesine, onu kalıba sokmalarına izin vermemesi önemliydi. Fakat bunu yaparken o kadar kaba bir üslupla yapıyordu ki, karşısındakini direk düşmanı yerine koyuyor ve arada hiçbir uzlaşmaya yer bırakmıyordu.
Daha kısa bir süre önce onlara övünerek bakarak onlar gibi olmak isterken, bu bilgili görünüşlerinin arkasında aslında boş ve hayatın anlamından çok uzak zihinleri görünce hayal kırıklığına uğraması normaldi, ama Martin kendini herkesten üstün gördüğü için onlara küçümseyerek bakmaya başladı.
Daha kısa bir süre önce Ruth ona nasıl düzgün bir diksiyonla, uygun kelimeler kullanarak konuşması gerektiğini öğretirken, normal öğrencilerin bir senede öğrendiği bilgileri günde sadece beş saat uyuyarak, ölmeyecek kadar yiyerek, tüm vaktini okumaya ve çalışmaya ayırdığı için bir ayda öğrendiğinden dolayı Ruth’u bile küçük görmeye başladı. Oysa ki hikayeleri, Martin’in, Ruth’u “yüce” ve “kutsal” olarak tanımlamalarıyla başlamıştı.
“Ruth’u gerçekten sevmediğini şimdi anlıyordu. Onun sevdiği idealleştirilmiş bir Ruth’tu; kendi yarattığı, ilahi bir varlık; yazdığı aşk şiirlerinin ışıklı, parlak ruhu…”
Ne Ruth, Martin için ailesinin ve toplumun yargılarından, baskılarından kurtulabildi, ne de Martin, Ruth için kendi benliğinden vazgeçip onların kurallarına göre oynamayı seçti. Martin bu yola Ruth için çıktığından dolayı hikayenin sonunda kendi ideallerini yaşamayı seçse de yine de kazanamadı.
Martin, kendinisini o sosyalist tartışmanın içine çekip, gazetelere düşmesine ve dolayısıyla Ruth’u kaybetmesine neden olduğu için Bressiden’den intikam almak isteyebilirdi. Böylece hayatının başyapıtı olan “Fani”yi böylesine nefret ettiği bir topluluğun kucağına atıp parçalamalarına izin vermekle muhteşem bir intikam almış olurdu. Ama aralarındaki muhabbetin güçlülüğünden anlıyoruz ki ne Bressiden, Martin’in adını kötülemek istemişti, ne de Martin ona bu yüzden kızgındı ya da intikam almak istedi. Yine de yazıyı yayımladıktan sonra Bressiden eğer yaşasaydı kendisini asla affetmeyeceğini bilmesi ve bununla ilgili hiçbir şey hissetmemesi hayattaki asıl gayesini kaybetmesine dayalı bir ye’is yüzündendi.
Yine de Martin Eden’ın onlarca, yüzlerce red postalarına karşı yılmadan devam etmesi hayret verici ve takdire şayandı. Kazandığı iki an da tam vazgeçtiği anlardı. İlkinde eğer o dergilerden kabul almasaydı yazmayı bırakıp Ruth’un ailesinin istediği gibi bir işe girip ilerde onunla evlenecekti. Ama postaları görünce şansının döndüğünü düşünüp tekrar yazmaya atıldı, ve her şey eskisi gibi gitmeye başladı. İkinci defa şansı döndüğünde ise Ruth ondan ayrılmıştı, ve artık onun için bunların hiçbir manası kalmamıştı. Nazım Hikmet diyor ya:
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Martin Eden, Ruth için ideallerinden vazgeçemedi. Fakat Ruth’u kaybettikten sonra istemese de heyecansızlığı onu vazgeçmeye itti. Kendi sözleriyle: iki senedir gönderdiğim bütün yazıları reddeden bu editörleri şimdi hepsini kabul etmeye iten güç ne diye. Eğer bu bir Türk dizisi olsaydı, Ruth’un babasının hepsine para verdiğini düşünürdüm.
Gözünde büyütüp diğer bütün yazılardan üstün gördüğü eserleri kimse tarafından istenmezken, onlardan vazgeçtiği ve amatörce gördüğü zaman herkesin ilgisini kazandı.
“Hiç kuşkusuz, beni ben olduğum için istemiyorlar çünkü ben, o istemedikleri eski benim. Öyleyse beni başka bir şey için istiyorlar; benim dışımda olan, ben olmayan bir şey için istiyorlar!”
Bir işe girip “çalışmak” yerine yazı yazdığı için ona küçümseyerek bakan insanlar, şöhret sahibi olduktan sonra onu evlerine yemeğe davet etmek için sıraya girmeye başladılar. Oysa Martin Eden’ın ifadesiyle, bu davetlere, şimdi övdükleri ama o zaman hakaretler ettikleri yazılarını yazmak için açlıktan bayılırken ihtiyacı vardı.
Bay Butler’ı ilerde ferah bir hayat yaşamak için günlerini zevk almadan geçiren biri olarak görüp kınayan Martin Eden, iki senesini her gün yazarak ve sefalet içinde geçirdikten sonra sonu Bay Butler gibi oldu. Ama aralarındaki fark, Martin’in bu hale gelmesinin sebebi yaptığı seçimler değil, sevdiği insanların başaracak olmasına olan güvensizliğiydi. Bu yüzden sonunda hiçbir şey ona eskisi gibi görünmemeye başladı.
O kadar çok olumsuz şey oluyordu ki sürekli, kitabın kötü biteceğine emindim. Bu sonun da Martin için ne kadar iyi bir son olduğu tartışılır. Deniz kokusuyla başladı hikayesi ve deniz kokusuyla bitti.