Temmuz Kütüphanesi

Temmuz Kütüphanesi Betül Tosun Temmuz 15, 2023 Çile Tolstoy “Allah beni 3 hakikati öğrenmem için dünyaya yolladı. Allah’ın bana söylediği ilk soru şuydu: ‘İnsanın kalbine ne hükmeder?’ ve anladım ki insanın kalbine sevgi hükmeder. İkinci soru ise: ‘İnsana ne verilmemiştir?’ İnsana kendi ihtiyaçlarının bilgisi verilmemiştir. Ve üçüncü soru ise: ‘İnsan ne ile yaşar?’ ve anladım ki insanın elinde hiçbir şey olmasa bile Allah sevgisi olsun yeter. Yani insan Allah’a inanmadan yaşayamaz.” Özet Simon adında bir ayakkabı tüccarı, kış gelmeden borçlarını toplamak için köyü gezmeye başlar fakat köylülerde para olmadığı için parayı denkleştiremez ve son kalan parasını bir meyhanede harcar. Çıktığında kilisenin önünde Michael adında çıplak bir adamla karşılaşır ve dayanamayıp onu evine götürür. Simon, Michael’ı yedirir, içirir, giydirir ve dükkanına çırak olarak işe alır. Bir gün zengin bir adam dükkana gelip ayakkabı diktirmek istediğini söyler. Michael adama bakıp gülümser ve bu duruma anlam veremeyen Simon, bir şey demez. Ancak Michael, zengin adama ayakkabı yerine terlik dikince Simon kızar. Kızmasının üzerinden çok geçmeden zengin adamın yardımcısı dükkana gelir ve Simon, Michael’ın neden terlik diktiğini anlar. Benzer bir olay, ikiz kızları için ayakkabı diktirmek isteyen bir kadınla yaşanır. Michael, Simon ve eşine hiç tahmin edemeyecekleri sırrını söyler. İnceleme Listemdeki bir kitabı daha bitirme düşüncesiyle, çok kalın bir kitap bekleyerek almıştım. İnce olduğunu görünce, hemen biter diye düşündüğüm için kendime gülüyorum. Bitmesi uzun sürdü diye değil (sanırım bir gecede bitirmiştim), bitmesini istemediğim için. Hikmeti bilinmediği için saçma gelen, ama nedeni öğrenilince mantıklı gelen olayları duymak hoşuma gidiyor. Gerçek hayatta da böyle olayların fazlalığını düşündükçe, sadece kendi çıkarımlarımla bir yere varamam, tamamını bilmiyorum düşüncesi uyandırıyor insanda. Yukarıdaki alıntı, kitabı özetlerken aynı zamanda insan hayatını da özetliyor. “Şunu sakın unutmayın: tek önemli an vardır, o da şu andır. En önemli an şimdidir… En gerekli kişi o an kiminleysek odur çünkü kimse bir daha başka biriyle görüşüp görüşemeyeceğini bilemez. Ve son olarak yapılması gereken en önemli iş iyilik yapmaktır çünkü insanın dünyaya gelişinin tek amacı budur.” Küçük Kadınlar (Little Women) Louisa May Alcott “Harika bir şey yapmak istiyorum… ölümden sonra unutulmayacak, kahramanca ya da harika bir şey. Ne olduğunu bilmiyorum ama bunun için gözüm açık ve bir gün hepinizi şaşırtmayı niyet ediyorum.” Özet Louisa May Alcott’un sevilen romanı Küçük Kadınlar, nesiller boyunca okuyucuların kalbini fethetmiştir. Amerikan İç Savaşı döneminde New England’ın arka planında geçen hikaye, yetenekli ve bağımsız Jo, kırılgan Beth, güzel Meg ve romantik Amy adlı March kızkardeşleri etrafında dönüyor. Birbirlerine olan bağlılıklarıyla birleşen kızkardeşler, hayatın zorluklarıyla başa çıkmaya çalışıyorlar. Kendi deneyimlerinden esinlenen Alcott, geçmişin zorluklarını ve zaferlerini yansıtan bir anlatı sunuyor. Babası Bronson Alcott, Emerson ve Thoreau gibi etkili yazarlarla ilişkilendiği bir dönemde, Louisa ve kızkardeşleri geleneksel “kadın işi” olarak bilinen dikiş dikme ve ev hizmetçiliği gibi işlerle kendilerini desteklerler. Ancak, Louisa’nın yazma yeteneğini keşfi, onun ve ailesinin yeni kapılar açmasını sağlar. Küçük Kadınlar, sadece bir “feminist kitabı” olarak sınırlı kalmaktan uzaktır; aşk, kayıp, savaş ve barış gibi zamansız temaları ele alır. Kişisel hırs ile ailevi sorumluluklar arasındaki karmaşıklıklara ve hayat biçimlerinin nasıl kalıba sokulmaması gerektiğine odaklanır. Alcott, March kız kardeşlerinin deneyimleri aracılığıyla, her yaştan ve geçmişten okuyucularla rezonans sağlayan dokunaklı ve kalıcı bir hikaye sunar. İnceleme Hayatın farklı dönemlerinde tekrar ele alınıp okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Birbirinden bambaşka bu dört kız kardeşin yolculuğu okuyuculara varlık konusunda farklı kapılar açıyor. Hayatımızda istediğimiz kişi olabiliriz. Günümüzün alışılageldik kalıplarına uymasa da, tamamen sosyal kuralların dışına çıksa da, her insan kendi öz benliğiyle yaşamalı. Sağlıklı aile değerlerini gerçeklikleriyle gösteriyor. Karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri, sevgi ve dayanışmanın önemini vurgularken, bireysel farklılıkların kabul edilmesini de anlatıyor. Ancak bu kitapta en aklımda kalan konulardan biri ise yazı yazma felsefesinin eleştirilmesi. Ne için yazıyoruz? Kimin için yazıyoruz? Anlatmak istediğimizi nasıl anlatıyoruz? Zamanında akım olan korku hikayelerini eleştiren Alcott, yazı yazmanın değerlerine farklı bir bakış gösteriyor. “Fırtınalardan korkmuyorum, çünkü gemimi nasıl yelken açacağımı öğreniyorum.” Mücella Nazan Bekiroğlu “Tüten bir baca kadar hayatı haber veren ne olabilir ki?” Özet Mücella, Cumhuriyet döneminde yaşayan dört kişilik bir ailenin en küçük çocuğudur. Babasını küçük yaşlarda kaybeden Mücella, annesi ve abisi ile hayatına devam eder. Tabii, hayat her zaman istedikleri gibi gitmez. Mücella her geçen yıl daha da büyür ve olgunlaşır; küçük kızdan ablaya, abladan teyze olur. Yaşadığı zor zamanların şartlarına rağmen annesi ile beraber hayata tutunmaya çalışır. İçinde aşkı, hasreti ve unutulmuş değerleri konu alan bu kitapta siz de bir yolculuğa çıkacaksınız. Belki yaşadığınız, belki de hiç yaşamadığınız bir yolculuk. İnceleme Evet, gelelim Mücella kitabının incelemesine; bizi maziye götüren bu nostaljik romana. İlk başta okuduğumda zorlanmıştım çünkü bilmediğim bir zamana yolculuk ediyordum. Ama sonra kitap akmaya başladı. Nazan Hocanın okuduğum diğer kitaplarında olduğu gibi, bu kitabın kelimeleri de kalbime iplik gibi işlendi. Bazen bu ipler kalındı, bazen inceydi. Bazısı karakterlerin gözyaşları ile örülüydü, bazısı ise besledikleri umutla. Farklı bir enerjisi var bu kitabın. Şu ana kadar okuduğum kitaplara benzemiyor. Eğer nostaljik bir hikaye ile yolculuğa çıkmak istiyorsanız bu kitap tam size göre. “Dünya geçimlidir. Boşlukları sevmez.” Arkadaşlarınızla paylaşmak için…​ Diğer Yazılarımıza da Göz Atın​ Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Rüzgar

Rüzgar Bilal Uygur Temmuz 15, 2023 Issız bir gece vakti, 19.yy. Londra’sını andıran sokak lambaları ile sokağın görüntüsü insanın hoşuna gidiyordu. Sonbaharın getirdiği yağmur ile yerlerin ıslaklığı ve zeminden gelen o soğuk hava tatlı bir üşüme hissiyatı oluşturuyordu. Otobüsün gelmesine henüz 17 dakika vardı. Gözlerini kolundaki metal saatten ayırıp tekrar ıslak taş yola bakarken bir yandan eliyle atkısını burnunun üzerine doğru çekti. Rüzgâr kuvvetini arttırarak her seferinde daha da soğuk esiyordu. Ellerini tekrar montunun cebine doğru götürürken etrafına baktı. Sonbaharın gelişiyle beraber yapraklarını dökmeye başlamış olan ağaçlara baktı. Birçoğu henüz yapraklarının yarısını dökmemişti. Hayat döngüsünün sonunda olan o yapraklar rüzgârın esintisiyle beraber kulaklarına hışırtı seslerini dinletiyordu.  Rüzgâr, o seslerin çıkmasına sebep olurken aynı zamanda o sesleri kendisine getirmesinde yardımcı oluyordu. “En azından sessizlik içerisinde gömülmüş durumda değilim, beni yalnız bırakmayan yapraklar var” diye geçirdi içinden. Soğuk havadan daha fazla etkilenmemek için havanın kendisiyle olan bu iletişimini düşünüyor, kendisini meşgul etmeye çalışıyordu. Sol elini montunun cebinden çıkartarak bir kere daha saatine götürdü gözlerini. 14 dakika vardı hâlâ. O kadar düşünceden sonra sadece 3 dakika mı geçmişti? Arkadaşını ziyaretinden bu kadar geç döneceğini tahmin etmemişti. Sadece 2 saat kalıp çıkmak niyetindeydi. Ancak -bir klişedir ki- muhabbet muhabbeti açmış 5 saat geçirmişti onun evinde. Uzun zamandır yüz yüze konuşamadıklarından olsa gerek, bir türlü sohbetlerini sonlandıramamışlardı. Bahçede otururken hava gayet güzeldi. Bu kadar soğuk olmadığından emindi. Veya yanlarında sürekli çay olduğundan soğuğu bu kadar hissetmemişlerdi. O sırada rüzgâr yüzlerine tatlı tatlı vuruyor, sohbetlerine eşlik ediyor ve kendilerini rahatlatıyordu. Şimdi ise hava kararmış, yağmurlu bir havada tek başına otobüs bekliyordu ve soğuk daha etkili olmaya başlamıştı.  Düşünceleri, bir o yandan bir bu yana savrulurken burnuna bir koku geldi. Yağmur kokusu muydu acaba? Hayır, en sevdiği kokuyu anlayamayacak değildi. Yakınlardaki evlerden birinde ekmek yapılıyor olmalıydı. Aç olmamasına rağmen o taze ekmekten tatmak istedi. Bu saatte ekmek yaptıklarına göre ya çok kalabalıklar ya da kahvaltı için şimdiden ekmeği yapıyorlar diye düşündü. Küçükken evde yapılan ekmekleri hatırladı. Ekmekler yapılır daha sonra bir sofra bezinin içine sarılırdı. Gerçi onlar sabah kahvaltıdan önce yapardı, bu sayede sıcak sıcak sofraya oturur oturmaz midelerine yollardı. Hatta eğer misafir gelecekse 2-3 tane yapılır, birileri ekmek ile uğraşırken ev ahalisinin geri kalanı kahvaltı sofrasının geriye kalanını hazırlardı. Her şeyden önce çay demlenir hazır beklerdi. Daha kahvaltı sofrasına oturmadan herkes en az birer bardak çay içerdi. Yaşanan büyük heyecan, sabahın nuruyla birleşince çok daha tatlı olurdu. Güneşin yeni doğduğu, sabahın hafif soğuk rüzgârıyla beraber bahçede içilen o çayın verdiği haz ise tarif edilemezdi.  Nedense her hikâyede rüzgâr var diye düşündü bir anda. Otobüsü beklediği an da dahil, arkadaşıyla otururken, çocukluğunda bahçedeyken, güneşin doğduğu an ve daha birçok anda rüzgâr hep vardı. Rüzgâr, hem daha soğuk hem de daha sıcak hissettiriyordu. Bazı anlarda vardı ki soğuk olsa bile o anı ısıtıyordu. İnsanı titretse bile o kadar farklı hislere bürüyordu ki işte istediğim rüzgâr, bu rüzgâr dedirttiriyordu. Kokuları, sesleri, insana ulaştırıp anıları canlandırıyordu. Rüzgâr ile hemhal ederken bir kez daha saatine bakınca hâlâ 9 dakika olduğunu gördü. Elini tekrar cebine götürürken, sanırım rüzgârın ulaştıramadığı tek şey zaman diye düşündü ve gözlerini kapatıp soğuk havada üşümeye devam etti. Arkadaşlarınızla paylaşmak için…​ Diğer Yazılarımıza da Göz Atın​ Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan

Documento Sem Nome

Documento Sem Nome Nemocuuk Temmuz 15, 2023 “O ceviz dalları, o asma, o dutGül gül, mektup mektup büyüyen umutYangından yangına arta kalmış tutMuhabbet sürermiş bir rüzgar kadar” Geldi. Geldi ve geçti. Pencereleri döven bir rüzgar kaldı. Ondan geriye saymanın çaresizliğini yaşıyordum ben dört duvar arasında. Korkuyordum. Hissedebildiğim tek duyguydu korku. Dışarıda bir uğultu, uğultusu siniri korkum kadar çok olan rüzgarın. Ne ara bu hale geldik eski dostum? Masumca kırlarda dolaşırken başımı okşadığın günler ne kadar geride kaldı? Yıllar yılı dost bildiğim aynalar bana küseli kaç vakit geçti? Şimdi bakıyorum aynaya; ayna titriyor, ben titriyorum; ben titriyorum, ayna titriyor. Zangır zangır. Bir uçurtma takılıyor gözüme. Gerçek mi yoksa hayal mi kestiremiyorum. Umutlarımı kuyruk yapıyorum o uçurtmaya. Ah eski dostum, çocukların maskarası haline mi gelecektin sen bunca yıl sonra? Sana karşı gelerek yükselen bir varlık ama sensiz yükselemeyen… Sana muhalefeti yükseltiyor, onu ikametgahın bulutlara. Bu, geceyle gündüzün birbirine muhalefeti gibi değil. Gece ile gündüz var olabilmek için birbirlerine muhtaçlar. Sen var olabilmek için umutlara muhtaç mısın dostum? Dört duvar arasında, korkuyorum. Sakinleşsen ya eski dostum. Azıcık sakinleşsen… Anlıyorum seni, anlayabiliyorum. Sinirlisin insanlara, insanlığa. Bizi haklı çıkarabilecek bir mazeretim de yok. Haklısın kızmakta ama kızmak çözüm değil ki! Aradaki uçurumu derinleştirmez mi? Sonda kurdukları tribünlerle senin nefretini kullanırlar. Senin nefretini sana karşı kullanırlar. Ulaşamayacağın mekanlara gider, dalgakıran kurarlar. Nefret, çözüm değil. Hiçbir zaman da olmadı. Gel, kardeş olalım. Abim ol. Beni, kardeşin olmaya kabul et. Başımı okşa eski günlerdeki gibi. Sana güller hazırlayalım yine. Koşturalım seninle dağda, bayırda… Özledim seni. Anneleri yemek bulmaya giden kuş yavruları misalidir sana olan hasretim. Senden kaçmama izin verme. Duvarlar arasına hapsetme beni. Sarıl yine belime, sarıl eskisi gibi. Pencerem açık, sana kapım hep açık. Yeter ki gel. Sen gel, yeter. Tayfun olsan da gel, meltem olsan da… Ne olursan ol, yine gel. Aşka gel, şevkle gel, rüzgar bekleyen dimağlara ilaç olma heyecanıyla gel. Gel. Gel ama durma burada. Seni bekleyen milyonlar var şu dünyada. Es onların gönüllerine. Ferah ol, ferahlık ver. Serinlet sıcaklardan bunalan çocuğu. Onun da umutları yükselsin gökyüzüne seninle birlikte. Onun da uçurtması uçsun göklere.  Arkadaşlarınızla paylaşmak için… Diğer Yazılarımıza da Göz Atın​ Şebnem Ferah  Sanat & Kültür Hindistan