Tüm muhteşem hikâyeler gerçekten iki şekilde mi başlar? Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı mı gelir? Ya bu yolculuk insanın kendi içineyse? Kendini keşfetmesiyle ilgiliyse? Kendi iç dünyasına yolculuğa çıkmamış bir insan, dünyanın neresine giderse gitsin eksik değil midir? Eksik biri, tam olmadan muhteşem bir hikâyenin başrolü olabilir mi?
Belki de bu iç dünyamıza yolculuk, fiziksel yolculuğa çıkmadan gerçekleşemiyordur, o yüzden öyle demiştir yazar. Hayat aynı şekilde devam ederken, insan bir sabah kalkıp “Ben bugün iç dünyama yolculuk yapmaya karar verdim.” diyebilir mi? Bence diyemez. Bence, onu düşünecek noktaya bile gelebilmesi için yolculuğa çıkması, başka insanların hayatına dokunması, incinmesi, sevmesi, öfkelenmesi, ızdırap çekmesi gerekir.
Mesela bir yaprak, ağacın dalındayken anlamaz ki yaprak olduğunu. Etrafı başka yapraklarla çevrilidir çünkü, farkı göremez. Güneşi gördüğü ilk andan beri, kendini bildi bileli o dala, o ağacın kütüğüne dayanmıştır. Ama gün gelir, kopması gerekir o daldan. Sararıp, solup gübre olmak için değil, rüzgâra karışıp yeni yerler görebilmek için. Ama bildiği yerden kopmadan yakalayamaz o fırsatı. Rüzgâr çetindir, onu nereye götüreceği belli değildir. Bazen hızla yere çarpar onu, bazen de göklere çıkartır. Ama yaprak hepsine razıysa eğer, inişiyle çıkışıyla sever rüzgârı, hayatı.
Ya da bir yağmur damlası, belki de ayrılmak istemiyordur buluttan. Belki gökyüzünün o uçsuz bucaksız, insanın içini eriten huzurunu bırakıp da yeryüzüne inmek istemiyordur. Belki korkuyordur birinin kocaman sarı yağmur botlarının altında ezilmekten. Belki de bir arabanın ön camına düşüp de silecekler tarafından fırlatılmaktan ürküyordur. Ama o bulutu bırakmazsa bilemez ki, sevdiğinin gözlerinin içine bakan bir kadının kirpiğine konacağını, onların sevdasına şahit olacağını. Eğer kendini bırakmazsa yerçekimine, bir çiçeğe hayat olma sevincini yaşayamaz ki.
Bütün hikâyeler bir yolculukla başlar. Hayat bu yolculuktan ibarettir. İlk nefesimizi aldığımızdaki feryadımızdan, gözümüzü son kez kapayıncaya kadar devam eden yolculukta önemli olan varmak değil, yolda olmaktır. Yolu güzelleştiren de kimlerle o yola çıktığımızdır. Kalbine ayna olan insanlarla o yolculuğa çıkıldığında, o zaman insanın kendi içine doğru yolculuğu da beslenir, desteklenir.
Bir bitki yalnız kalıp filizlendikten sonra gökyüzüne başını uzatıp nefes alabilir. Eğer çevresindeki toprak uyumlu olmazsa yolculuğu yarıda kalır, tohum olmaktan bile çıkamaz. Ama sabırla kendi içinde büyüdükten ve incecik, kırılgan bedeniyle o taş gibi toprağı deldikten sonra bütün güzelliğiyle selam verir dünyaya.
Ve her şey, bütün güzellikler dâhil, insanın kendi içine yolculuğu ve ızdırabıyla başlar…