Sana sevmek nedir bilir misin diye sormayacağım. Haddim değil çünkü bilirim. Herkes kendine göre, kendi en çoğuyla sever karşısındakini. Sana seni anlatamam belki, kendini benim gözlerimden görmeden inanmazsın çünkü anlattıklarıma. Ama seni kendi en çoğumla nasıl sevdiğimi anlatabilirim.

Sıcak bir yaz gününde, kendini denizin serin sularına bırakma hissini bilir misin mesela? Hani daha ilk adımda kavurur ayaklarını kızgın kumlar. Zıplamayı bile düşünürsün bazı anlar, yanmalara derman olacakmış gibi havadaki o birkaç saniye. Acı acı yanar ayak tabanların ama durdurmaz bu seni. Sonrasında ayağını ilk suya değdirdiğinde gelen o tatlı ürperti… Bir titreme gelir ya hani, bir gülüş dökülür dudaklarından hatta gölgesi gözlerine ulaşır. Biraz da kısılır heyecandan. Minik bir adım atarsın ileri, denizin dalgası o adımına karşılık biraz daha yaklaşır sana, ayak bileğine gelir. Tabanını az önce yakan kumlar, şimdi seni gıdıklarken ritmik dalgalarıyla davet eder daha da mavisine. Sakin ve ürkek adımlarla ilerlersin, ama içinde hep bir geri gitme dürtüsü… Bu bilinmezliktir ilerleyişini heyecanlı kılan. Beline kadar gelince suyun hizası, bir anlık delilikle bırakıverirsin kendini. Kaldırırsın ayağını ve birden yükselir su; göğsüne, yüzüne ve en son da saç köklerine değer, sarmalar seni. Deniz kucaklar ya hani seni, işte öyle bir his benimkisi belki de.

Ya da küçük bir kız çocuğunun uçan balonlar için heyecandan nasıl zıpladığını bilir misin? Sahilde hafif serin bir bahar akşamı ailesiyle gezerken etrafta koşuşturan o minik kız çocuğu… Yanakları hafif tombul ve esen rüzgardan dolayı pembeleşmiş… İki yana ayrılmış saçları, etrafta zıplayıp durduğu günün eğlenceli izlerini taşıyarak biraz dağılmış. Kendine oyunlar üretir tüm akşam boyu ve oyunun eğlencesine kapıldığı anlar, verdiği tepkileriyle tebessüm ettirir etrafındakileri… Tam o esnada, uzakta bir yerde uçan balonları görünce, önce hareketleri yavaşlar, sonra da büyüyen masum gözlerle bakakalır balonlara. Koşup babasının koşup işaret parmağını tuttuğu gibi götürmeye çalışır büyük bir gayretle. Baloncunun azıcık hareket ettiğini fark etse, minicik eliyle tuttuğu o işaret parmağını daha büyük bir kuvvetle çekmeye çalışır. Yüzüne endişenin gölgesi yerleşir hafiften. Biraz çekiştirmeli bir yolculuğun sonunda balonlara ulaşınca, sırasını beklerken kendini tutamaz da kıkır kıkır güler. Hafif açık bir ağızla her renge dikkatle bakar, sanki hayatinin en önemli kararını verir gibi. Sonunda o balon alınıp da bileğine bağlandığında hissettiği her duygu ayna gibi yüzünden okunur ya hani. Şahit oldun mu hiç o gözlerin ışıltısına? İşte öyle bir his benimkisi belki de. 

Yanlış anlama lütfen. Sevgi yarıştırmıyorum seninle, hatta kimseyle. O böyle bir şey değil çünkü. Sadece bil istiyorum. Hani hep dönüyorsun ya bana sırtını, düğümlüyorsun ya kelimelerimi boğazıma, bunu yapma diye ricada bulunmak istiyorum sadece. Beni benim gibi sev diye bir derdim yok, sevemezsin de zaten. Sen hiç Mecnun’un Mecnun kadar, Ferhat’ın Ferhat kadar, Kerem’in Kerem kadar sevildiğini duydun mu? Birinin Leyla, Şirin, Aslı olması lazım. Hem konu yalnızca o da değil. Konu kimin kimi ne kadar nasıl sevdiği değil. Hiç olmadı belki de. Ben zamanla seni sevmeyi de sevdim. Konu sevginin kendisi. Hani üzerine efsaneler yazılan, kalpleri çarpıtan o sevgi. Layık olunmaya çabalanan o sevgi. Eğer olmuyorsa bırakmam gerektiğini anlamam gereken o noktadayız. Sırtını dönme, konuşalım. Ben gerekirse senden ayrılmayı da sevmeyi öğrenirim zamanla. Kaçma ama, konuşalım. Yormayalım. Sevgi yorulmamalı, yıpratılmamalı. Hiç kimse için değilse de bunu sevginin hatırı için yapmayalım. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *