Whiplash

GENEL TANITIM

2014 yapımı bu muhteşem eser, Damien Chazelle tarafından yazılıp yönetilmiştir. Kendisi aynı zamanda “La La Land” filminin yönetmenliğini de yapmıştır. Chazelle, filmi Princeton Lisesi stüdyo grubunda yaşadığı anılarından esinlenerek yazmıştır. Filmin bolca drama ve gerilim ile ilgi çeken hikayesinin yanı sıra, muhteşem performanslarıyla gözleri ekrana kilitleyen iki oyuncusundan bahsetmeden geçemeyiz. Ana karakteri canlandıran Miles Teller ve öğretmen rolünü üstlenen J.K. Simmons, bu filmde tartışmasız çok kaliteli bir dram performansı sergilemişlerdir. Öyle ki, J.K Simmons, Whiplash filminde rol aldıktan sonra Oscar En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü kazanmıştır. Film, izleyiciler tarafından büyük önem taşıyan IMDb puanlamasında da 8.5 puan almıştır.

MÜZİK

Whiplash’ in film müzigi, Varèse Sarabande’nin Whiplash adlı albümünden geliyor. 7 Ekim 2014’te yayinlanan album, üç bölüme ayrılmış orijinal caz parçaları, arka plan kısımları ve klasik caz standartlarından oluşan 24 parça içeriyor. Stan Getz ve Duke Ellington gibi bir çok sanatçı albümde yer alıyor. İlginç bir detay ise, Miles Teller’in baş karakteri Andrew’un davul çalma sahnelerine kendisinin hayat vermesi! 

PRODÜKSİYON

Peki, nasıl oldu da bu film yapıldı? Sonuçta Hollywood, gerilim yüklü, orkestra odasını savaş alanı olarak kullanan caz filmlerini desteklemesiyle tanınmıyor. Damien Chazelle‘in senaryosu da tam altı ay boyunca çeşitli yapımcılar arasında dolaştı. Taa ki, “Juno” filminin yönetmeni Jason Reitman’ın ilgisini çekene kadar. Ancak bu noktada sorunlar bitmedi. Uzun metrajlı bir filmi finanse etmek ciddi bir destek gerektiriyordu. Daha önce adı duyulmamış genç bir yönetmen olan Chazelle ve ilginç senaryosu için bu zor bir görevdi.

Jason Reitman, finansörlerle “bir ucundan tattırmayı” teklif ederek bu finansal soruna çözüm bulmaya çalıştı ve 2013 Sundance Film Festivali’nde 18 dakikalık bir kısa film olarak Whiplash yayınlandı. Festivalden sonra Bold Films adlı şirket, filme 3.3 milyon dolarlık bir bütçe sağladı ve çekimlere başlandı.

Jason Reitman ile uzun süredir çalışan J.K. Simmons, kısa filmdeki rolüne devam etmeyi kabul etti; ancak Damien Chazelle, Andrew rolünü Miles Teller‘a teklif etti. Zaten kısa filmde de Teller’ın oynamasını istemişti, ancak o zamanlar Uyumsuz serisiyle meşgul olan Teller, kadroya dahil olamamıştı.

Filmin yapım süreci de bir hayli ilginç. Prodüksiyon en erken 2014 Sundance’den iki ay önce başlayabildi ve festivalin önemi nedeniyle Chazelle, filmi festivale kadar bitirmek istiyordu. 19 günlük çekim süresince Chazelle, 150 tane hikaye taslağı çizdi, her gün 18 saat boyunca çekimler devam etti. Hatta bir gün Chazelle, arabasını hurdaya çeviren ve kendisini de hastaneye kaldıran bir kaza geçirdi ama hemen ertesi gün sete geri döndü. Chazelle için, Andrew gibi bu iş için kanını, terini dökmüş diyebiliriz.

Filmin prodüksiyon sonrasına da bakmakta fayda var çünkü film “En İyi Kurgu” dalında bir Oscar ödülü kazandı. Chazelle, filmin kurgusu için “Aramızda bir şaka vardı: filmin Fletcher kesmiş gibi olsun istedik.” demiştir. Görünüşe göre bu arzularına ulaşmışlar: hem sıkışık bir süre içindeki dakik çalışmaları, hem de final halinin gericiliğine rağmen film tam da Fletcher’ın elinden çıkmış gibi! 

Bu yoğun süreç mutlu bir şekilde sona erdi: Sony tarafından dağıtım hakları satın alınan film, yıl sonunda gösterime girdi ve sonrasında üç adet Oscar ödülüne layık görüldü.

Neden Bu Filmi İzlemeliyiz? 

“Ben sana çalmaya başla dedim mi? Neden çalmayı bıraktın dedim.”

Gençsiniz… Henüz 19 yaşındasınız… Hayatınızın en heyecanlı ve hareketli zamanları ve ileride olmak istediğiniz büyük kişi, gençliğinizde yaptığınız seçimlere bağlı. Bir gece yine bütün gayretinizle hayatınızın tutkusu olan bateriyi büyük bir hırsla çalıyorsunuz. Ve gittiğiniz o “ülkenin en iyi müzik okulu” olarak bilinen yerin en saygıdeğer hocası karşınıza çıkıyor. Şaşkınlıktan donup kalıyorsunuz ve tüm odayı bateri yerine sessizlik kaplıyor. Size “Neden çalmayı bıraktın?” diye sorduğunda ümitlenip tekrar çalmaya başlıyorsunuz. Karşınızdaki büyük müzisyen bu sefer de, “Ben sana çalmaya başla dedim mi?” diye soruyor ve hayal kırıklığına uğruyorsunuz. 

Filmin başlarında Fletcher, Andrew’u üç kez ümitlendirip, üç kere hayal kırıklığına uğratıyor ve bu filmin geri kalanını seyircilere bir nevi haberdar ediyor.

Ancak bu bir film ve daha filmin başındayız. Hepimiz Fletcher’ın geri gelip Andrew’a bir şans daha vereceğini biliyoruz. İçten içe, çoğu filmin ortak teması olan öğretmen-öğrenci ilişkisini göreceğimiz hayaliyle filmi izliyoruz. “Bütün kabalığı, ona değer vermesinden ve potansiyelini keşfetmesini istemesinden” diye düşünüyoruz belki de…

Bu noktada, üç tane küçük (ama kişiye göre büyük olabilecek) detayı paylaşmak isterim:

  • İngilizce’de büyük İ harfinde nokta olmamasına rağmen (I), nota kağıdında WHİPLASH olarak yazılıyor.
  • Filmin sonunda Andrew bateri çalarken, zilin üstünde ‘İstanbul’ yazdığını görüyoruz.
  • Başrol oyuncumuz Miles Teller, bateri çalma sahnelerini dublör kullanmadan bizzat kendisi çalıyor.

Bando üyelerinin enstrümanlarını çalmak için tek bir el hareketini beklediği Fletcher, dört tane hayat dersini bizlere sunuyor:

“Bu arada, akordu bozuk olan Metz değildi. Sendin, Ericson. Ama o bilmiyordu. Bu da yeterince kötü.”

– Kendine güven. Biri burnunun dibinde gelip bağırıyor diye doğru olduğunu düşündüğün şeyden vazgeçme. Tabii ki, bunu yapabilmen için önce yaptığın şeyin doğruluğundan emin olman lazım. 

“Şeflik için orada değildim. Herhangi bir moron’da kollarını sallayıp tempoyu idare edebilir. İnsanlara sınırlarını zorlamak için oradaydım.”

– Elmaslar basınç altında oluşur. Bu basınç her zaman insanlar tempoyu tutturamadı diye kafalarına sandalye fırlatmak olmasa bile, karşımıza çıkan zorluklarla baş etmeyi bilmeli ve kolay kolay pes etmemeliyiz.

“Dilimizde ‘aferinden’ daha tehlikeli bir kelime kesinlikle bulamazsın.”

– İnsan sınırları zorlanmadıkça kolaya kaçar, azla yetinir. Ama her zaman kendini daha çok geliştirmeyi bilmelidir. Tabii, başrolümüzün de sorduğu gibi: “Bunun bir sınırı yok mu?”

“Sen beni salak mı sandın?  Biliyorum bu sendin.”

– Aynı tuzağa tekrar tekrar düşmeyin. İlk defa geçtiğiniz bir yoldaki çukuru farketmeyip düşerseniz, kimse sizi suçlayamaz. Ama bu hatayı tekrar tekrar yapmamalısınız.

Fletcher, La Fonten Masallarındaki yılanlar ve akrepler gibi, sahne dışındayken güzel sözleriyle başrolümüzü kandırıyor; sahneye çıktıkları anda zehrini salgılayıp adamı küçük duruma düşürüyor. Andrew da ünlü olma ve dünyada bir fark yaratma arzusuyla, bu akrebin zehrine her fırsatta farketmeden kolunu açıyor.

Ancak kendine güvendiği ve hayallerinden emin olduğu için, Andrew sahneyi Fletcher’a bırakmayıp geri dönerek bu sefer de Andrew bize bir hayat dersi veriyor:  Kimsenin size ne yapabileceğinizi veya yapamayacağını söylemesine izin vermeyin. Aksi takdirde hiçbir yere gelemezsiniz.

Bizim Gözümüzden Film Yorumu!

Dilara

★★★★☆

Film çok akıcı ve heyecan doluydu. Andrew’un bateriyi çalmaya çalışmasını izlerken ben hırslandım. Ama sonunu beğenmedim dostlar… Bize bir sürü hayat dersi vermiş olsa da, Fletcher’ın yaptığı o kadar şeyden sonra ne bir kariyere sahip olmayı, ne de sahnede mutlu olmayı hak ettiğini düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim, Andrew zili alıp bir yerine saplayacak sanmıştım. 

Peki, sizce bir işte muhteşem olmak için kendinizi dış dünyaya kapatmanız mı lazım? Aileniz ve arkadaşlarınız size destek mi olur köstek mi? Hayatta hiçbir şey kesin değilken ve bir saniye içinde yerinize başkası konulabilecek iken, zor günlerde yanınızda olacak kişiler kazanmak kariyerinizden daha önemli değil midir? Yorumlarda buluşalım!

Polat

★★★★☆

Aşırı gaza geldim desem yalan olmaz 🙂 Çok iyi oyunculuk ve gerçekten çokça ders içeren bir hikaye. Film boyunca birçok konuda kararsız kaldığımı reddedemeyeceğim. Fletcher’in bu kadar sert olması, öğretme ve motive etme yollarından şüphe duymam filmin sonunu iyice merak etmeme sebep olmuştu ilk izlediğimde. Sonu beklediğimden biraz farklıydı ama fazla şaşırdığımı da söyleyemem. Genel olarak izlemesi çok keyifli bir yapımdı, kesinlikle tavsiye ederim.

Samiye

★★★★★

“Beş yıldızımı al ve uzaklaş.” Tam anlamıyla hislerim. İnanılmaz bir film gerçekten. Hem hikayesi, hem çekim ve kurgusu, hem de oyunculuğu beni çok etkiledi. Ancak beni en çok etkileyen tarafı beynimde uyandırdığı düşünceler. Taraf seçmeyip bir mesaj yüzüne vurmayan filmleri severim. Bu film, belki sonu itibariyle bazılarına fazla kendisiyle çelişen ya da “Disneyimsi” gelebilir. Ancak bu kadar düşündürücü bir son insanı düşünmeye zorluyor ve bunu takdir etmemek elde değil. O son sahnede Andrew kendi “Bird” anını yaşamadı mı? Evet. Neden? Çünkü pes etmedi. Andrew kadar zorluklarla karşılaşıp üstesinden gelemeyen bir insanın böyle bir anı yaşayabileceğini düşünmüyorum. Peki, bu kadar şiddeti, psikolojik istismarı makul mu kılıyor? Kesinlikle hayır. Ancak çoğu insan, potansiyellerine ulaşmak için dışarıdan gelen sürekli bir “push” faktörüne ihtiyaç duyuyor, bu bir gerçek. Sınırları bilmek, ortak yolun, karşındaki insanı tanımanın ne kadar önemli olduğunu vurgulayan, düşündürücü ve konuşmaya değer bir film. Ve kesinlikle müzikle ilgili bir filmden bekleyebileceğimizden daha kanlı.

Mercan

★★★★★

Whiplash aslında hep kafamı kurcalayan bir konuyu ele aldı. Gelişmek ve en iyisi olmak için çok çabalamak lazım. Yorulduğun anda pes etmek değil, belki ellerinden kanlar akana kadar çalışmak gerekiyor. Belki potansiyelinin inkişaf edebilmesi için bir “aferin” almak değil, kafana bir obje atılması gerekir. Fletcher da tam olarak, “Dilimizde ‘aferinden’ daha tehlikeli bir kelime kesinlikle bulamazsın.” demedi mi? İnsan, rahatsız hissettiği şartlarda gelişir ve rahatına düşkün bir insanin bu hayatta olağanüstü bir yere gelmesi mümkün değil. Aynı zamanda filmin çok farklı bir mesajla biteceğini düşünüyordum. Sonunda Andrew psikolojisinin daha önemli olduğuna karar verip, bu toksik ortamdan çıkacağını ve daha sağlıklı şartlarda ve kendisini daha mutlu edecek biçimde çalışmalarına devam edeceğini düşünmüştüm. Ama yanıldım. Ve yanıldığıma çok sevindim. Tutku ve aşk dediğimiz şeylerde akıl sağlığı diye bir şey yoktur. Bazen hayallerimizi gerçekleştirmek ve potansiyelimizi keşfetmek için biraz delirmemizin gerektiğini bu filmde gördüm.

One Response

  1. Bu filmi izlerken ne kadar da gerildiğimi, Fletcher’in her bağırmasında ne kadar da ürktüğümü hatırlıyorum. Açıkcası Andrew niye bu kadar hırslı ve pes etmiyor anlayamamıştım her sahne sonunda tamam burada pes edecek dedim ama o devam etti, kanının son damlasına kadar devam etti. Bu da bana şunu gösterdi, aynı Fletcher’in de yapmaya çalıştığı gibi içimizdeki potansiyeller zor ve baskı anlarında kendilerini ortaya çıkarırlar. Ama bu potansiyeli ortaya çıkaracak tutku ve motivasyon en önemlisi galiba. Doğru motivasyon kaynağını bulmak önemli.

    Dilara’nın da söylediği gibi bence hedefe giden yolda çevremizdekilerin sonsuz desteği bizleri ileriye götürecektir. Ama bence bu desteğin gerçekçi olması asıl önemli mesele, kötü yaptığında söyleyebilen yada pes etmeye yakın sana moral veren bir destek. Yoksa Fletcher’ın da dediği gibi aferinlerin çok olursa kendini ortaya çıkaramayabilirsin.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *