KİTAP ÖZETİ
Hikaye Afganistan’ın Kabul kentinde sosyal ve politik kargaşanın ortasındaki iki çocuğun dostluğunu konu alarak başlar. Daha sonrasında, Uçurtma Avcısı biz okuyuculara Amir’in hayatını, yüzleşemediği ve aklından bir türlü çıkaramadığı anılarını, verdiği kararları, ve bu kararlardan doğan pişmanlıklarını anlatır. Nefes kesen bir anlatım ve acıklı hikayesi ile biz okuyucularını sürüklemeyi başaran Uçurtma Avcısı, hikayenin sonlarına doğru Amir’in bir şeyleri düzeltebilme ve kendini affettirebilme umudu ile vereceği kritik bir kararla bizleri baş başa bırakır.
BİYOGRAFİ
Khaled Hoşseini, 4 Mart 1965 tarihinde Afganistan’ın Kabul şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Afganistan Dışişleri Bakanlığında diplomat, annesi ise Kabul’daki bir lisede Farsça öğretmenidir. Dışişleri Bakanlığının babasını Paris’e atamasıyla yeni bir ülkeye taşınırlar. Ailesinin Kabul’a geri dönmek istemesinin ardından, Komünist darbesi ve Sovyet ordusunun işgali sebebiyle 1980’de Amerika’nın Kaliforniya eyaletinin San Jose şehrine taşınmak zorunda kalırlar. 1984’te liseyi bitirdikten sonra; önce Santa Clara Üniversitesi’nin Biyoloji bölümünden, daha sonra ise 1993’te Kaliforniya’daki San Diego Üniversitesi’nin tıp bölümünden mezun olur. 2001 yılının Mart ayında tıp alanında asistanlık yaparken, ilk kitabı Uçurtma Avcısı’nı yazar. Daha sonra, 2006 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine büyükelçi olarak atanır.
ÖDÜLLER
Hoşseini, ilk romanı Uçurtma Avcısı ile altı farklı ödüle layık görülmüştür. Bu ödüller sırasıyla; “Borders Original Voice Award”, “The San Francisco Chronicle Best Book of the Year Award”, “Boeke Prize”, “Barnes and Noble Discover Great New Writers Award”, “Alex Award”, ve “Literatüre to Life Award” şeklindedir.
Önemli Noktalar
“Senin için, binlerce kez”
Aşk, beklentisizliktir. Aşk, görünmeyen bir fedakarlıktır. Sevmeyi bilenler, hiçbir adaletsizliğin yenemeyeceği nihai fatihlerdir. Onlar, hiçbir yenilginin alçaltamayacağı kazananlardır.
Hassan, sevgisinden başka verecek hiçbir şeyi olmayan, yarık dudaklı yoksul bir çocukken; sevgisi onu dünyanın en zengin adamı yapar. Sessizliği ve sözleri ile etrafındaki herkesi büyüleyen Hassan’ın her eyleminde koşulsuz sevgi ve sadakat vardır. Ne de olsa kendisinin bile bir sonu olan insan, kalbinde sonsuz bir sevgi kapasitesine sahip değil midir? Bu dünyada bir sonsuz sevenler vardır; kalplerini besleyip büyütenler, bir de sevmeyi henüz öğrenememişler. Bu yüzden Hassan ve Amir arasında yürek burkan bir dostluk oluşur.
“Ağzımı açtım, neredeyse bir şey söyleyecektim. Neredeyse. Söyleseydim hayatımın geri kalanı farklı olabilirdi. Ama yapmadım. Sadece izledim. Felçli.”
Aslında Amir’in Hassan’a ihaneti bu andan çok daha erken başlar. Amir, okuma yazma bilmediği için Hassan’a zorbalık yapıp aralarındaki sosyal statü farkını her fırsatta vurgularken; aslında Hassan’ın farkında bile olmadığı ve kendi hırsıyla içinde oluşturduğu güç mücadelesini kazanmaya çalışıyordur. Amir’in güvenecek birine ihtiyacı vardır; umutsuzca babasının ona değer vermesini ve ona saygı duymasını ister. Bu yüzden de babası gibi bir adam olmak için girdiği bencilce bir arayışta, Hassan’ın kendisine altın bir tabakta sunduğu sevgiye yüz çevirir. Gelişen olayların ardından, Hassan’ın tecavüze uğraması Amir’i perişan eder; bir zamanlar Hassan’ın kendisini ellerinden kurtardığı aynı kişiler tarafından zorbalığa uğramasını izlemek zorunda kalır. Tüm bu olaylar gerçekleşirken, Amir Hassan’ı savunma, onun yanında yer alma ve Hassan’a olan sevgisinin yanı sıra kendi insanlığını da kanıtlamayı başaramaz. Amir’in bu başarısızlığı, geleceğini daha derin bir çukura sürükler ve sonrasında da Hassan’ı hırsızlıkla suçlar. Bu iftira üzerine, Hassan ve babası evlerini sonsuza dek terk etmek mecburiyetinde bırakılır.
Bizlerin de bir karar vermek ve kendimizi kanıtlamak zorunda bırakıldığımız anlarımız yok mudur? Böyle anların kaçında doğru olanı yapıyoruz veya tam tersine korkularımıza, zayıflıklarımıza ve arzularımıza boyun eğiyoruz? Bu kitap, bazılarımıza kendi hayatımızdan az çok tanıdık gelen bir hikayeyi anlatır. Bazen tek bir karar, hayatta neye inandığımızı belirler ve gerçekte kim olduğumuzu acımasızca yüzümüze vurur.
“Vücudum kırılmıştı – ne kadar kötü olduğunu daha sonra öğrendim – ama iyileştiğimi hissettim. Sonunda iyileştim. Güldüm.”
Bir karar verme zamanı geldiğinde, Amir başarısız olur. Korkularına ve açgözlülüğüne boyun eğmek onun her şeyine mâl olur. Sevdiklerine ihanet eder, gururunu ve öz saygısını yitirir, ve sonunda masum bir insanın büyük haksızlıklara uğramasına sebep olur. Neredeyse 25 yıl boyunca o ara sokakta sıkışıp kalır ve asla ilerleyemez, ta ki kefaret kapısı açılana ve kendini affettirmeye karar verene kadar.
Sonunda Amir’e yeniden bir karar verme şansı sunulur; Hassanın oğlu Şöhrab’ı cinsel tacizden kurtarmak, ya da onu işkencecilere terketmek. Fiziksel olarak zayıf ve sayıca az olduğunu önemsemeden Amir, 25 yıl önce yapamadığını yapar.
Kitabın sonunda Amir’in uğradığı işkence, kurtuluşuyla sonlanan unutulmaz bir hadiseye dönüşür. Kırık kaburgaları, yırtılmış dalağı ve diğer yaralanmalarla birlikte dudağı, Hassan’ın yarık dudağına benzeyecek şekilde yarılır. Amir’in bir yandan vücudu parçalanıyorken, diğer yandan ruhu iyileşiyordur. Dudaklarındaki titreyen tebessümüyle, iyileştiğini bendinin derinliklerinde hisseder. Yıllar önce karşı koymaktan kaçtığı darbeleri şimdi tebessümle karşılar ve kendi kurtuluş hikayesini yazar.
Yazı stili üzerine kişisel noktalar
Uçurtma Avcısı, yeni ve ilginç bir olay örgüsünden daha fazlaşıdır. Hoşseini her sahneyi duyusal ayrıntılarla boyayarak beni, New Jersey’deki kanepemden, 1963’te Kabil’in ara sokaklarına taşıdı. Dinlediğim bir hikaye değil, parçası olduğum bir hikaye oldu. Adımımı bile atmadığım bir ülkeye özlem duydum. Görüntülerin Uçurtma Avcısı’nı kişiselleştirmesi sayesinde, Amir’in dövüldükten sonra tarif ettiği acıyı kaburgalarımda hissettim ve Sohrab’ın tekrar terk edildiğini öğrendiğindeki kalp kırıklığı göğsümde yankılandı.
“Sokaklar taze karla parlıyordu ve gökyüzü kusursuz bir maviydi. Kar her çatıyı kapladı ve sokağımızı çevreleyen bodur dut ağaçlarının dallarını ağırlaştırdı. Bir gecede kar, her çatlağa ve oluğa yol açmıştı.”
İngilizce bir kitap okurken, Afgan dili ve kültürünün tadına vardım. Hosseini’nin anlatım diksiyonu ve detayı sayesinde neredeyse ülkenin baharatlarının kokusunu alabiliyordum. Afgan ve dini terimlerin kullanımı anlatıyı zengin, odaklanmış ve anlaşılır kıldı. Ek olarak, etkileyici sahnelerdeki cümle yapıları, şiirsel bir doğada duyguları tanımladı.
“Hem hoş hem de pek hoş olmayan zengin kokular, beni yolcu camindan içeri sürükledi, pakora’nın baharatlı aromasi ve Hiharı Baba’nın çok sevdiği, uzak dumanların iğnesi, çürük, çöp ve dışkı kokusuyla harmanlandı.”
Muhtemelen, Hosseini’nin en belirgin yeteneği, anlatım tekniğidir. Doğrusal bir zaman çizgisini takip ederken, anıları kullanarak zamanda ileri geri atlar. Karmaşık veya dağınık bir olay örgüsü değil, geçmişine saplanmış bir adamın öyküsü haline gelir. Hosseini de hikayesine biri ilk birkaç bölümde olmak üzere iki doruk noktası verecek currete sahip! Böylece, kitabın başında oluşan o duygusal bağ, sonuna kadar beni kitaba sıkıca bağladı. Ayrıca, Hosseini devamlı okuyucuyu diken üstünde tutacak öngörüler kullanıyor. Kitapta anlamsız sunduğu tek bir cümle veya fikir yok.
“Benim hakkımda bir şeyler bilmelisin… Çok sabırlı bir insanım. Bu iş bugün bitmez, inan bana.”